Gülden Bülbüllere Teveccüh Sohbetleri-13
Bizim hoşumuza giden dünya âleminde hoşumuza giden ne olursa olsun bunlar Allah'tan gelmiyor mu? Bizi huzursuz eden ne olursa olsun bu da Allah'tan gelmiyor mu?
Ama işte burada tefrikaya düşüyoruz. Tefrikaya düşünce işte o zaman zararımız oluyor, bir kârımız olmuyor. Çekmiş olduğumuz zahmetler, mihnetler, meşakkatler de yanımıza kalır.
Hani bir hastalığı Allah'tan bilip ona razı olmazsak o hastalıktan çekmiş olduğumuz zahmet yanımıza kalır. Onun ecrini alamayız, onun karşılığını bulamayız. Onun bir karşılığı var, ecri var, sevabı var, mükâfatı var. Nerede? Öbür âlemde.
Cefayı çekmeyen âşık sefayı bulamaz, buyuruyorlar.
Âşık kim? Allah'ı seven.
Allah'ı sevenin ise dünyada cefası vardır. Cenabı Hak sevdiklerine dünyada çileyi fazla vermiş.
Onun için evet, Bektaşi'nin bir tanesi buyurmuş ki:
—Yâ Rabbî ben seni seveyim sen beni sevme, demiş.
Böyle söz olur mu? Anlayamamışlar, sen niçin böyle diyorsun? Demiş ki:
—Allah sevdiklerine çok çile veriyor, ben taşıyamam bunu. Onun için öyle diyorum. Ben onu seveyim, o beni sevmesin.
Öyle zaten Cenabı Hak sevdiklerine… Zekeriya Aleyhisselam’ı hızarlarla biçtikleri zaman melekler ona acıdı. Cenabı Hak da buyurdu ki: “Meleklerim ben sevdiklerime böyle yaparım.” Bak kelamı kibarda var,
Görün şehzâdeler n'oldu birisi sararıp soldu
Biri susuz şehîd oldu bu aşkın mâcerâsından
Şehzadeler kimler burada? Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz.
Onlar bak, dünyada ne büyük çileler çektiler. Ne büyük acılar duydular onlar. Onların acılarını, sadece onlar değil, bütün ehli iman o acıyı çekmiştir. Ta ki geçmişte, gelecekte bütün onların bu acısını her ehli aşk olan bu acıyı çekmiştir ve çeker. Onun için buyuruyor ki,
Kerbelâ'dan eksik olmaz nâremiz
Bu nâre nedir? Bu nâre de müridin cezbesidir. Her cezbeli olan, her ehli aşk olan nedir, o acıyı çeker. Onların nâresinin doğuşu oradandır.
Kerbelâ'dan eksik olmaz nâremiz
Biz hafîd-i Pîr-i Tâgî olmuşuz
Pîr-i Sâmî'nin çırâğı olmuşuz
Çünkü başka bir kelamda da vardır,
Başını top eyleyip gir vahdetin meydânına
Kıl gazâ-yı Kerbelâ gir kendi nefsin kanına
Seyr kıl uşşâk-ı Mevlâ nice kıyar cânına
Terk-i cân etmektir ancak aşk u sevdâdan garaz
Aşk ne, sevda ne? Yani Allah sevgisi bu.
Allah sevgisinden maksat terk-i can olmaktır.
Terk-i can olmasa insan zaten cananı bulamaz.
Canan ne? Canların gelmiş olduğu bir yer var.
Nereden gelmiş bu canlar? Allah'tan.
Çünkü bir ruh üflenmiş. Cenabı Hak “Nefahtü fihi min rûhî” Kendi ruhumdan ruh üfledim, buyuruyor. Bu ruh oradan gelmişse oraya gidecek yine. “Küllü şeyin yerciü ila aslihi” emri fermanı var. Cenabı Hak “Her şey aslına rücu edecek.” buyuruyor. Her şey aslına rücu edecekse ruhun da bir aslı vardır. Zaten bak,
Derman arardım derdime
Derdim bana derman imiş
Burhan arardım aslıma
Aslım bana burhan imiş
Bunlar hep kelamı kibar, rumuzludur ama çok manalı bunlar. Çok anlamlı kelamlardır. Yani ne demek istiyor? Evet, ben derdime derman ararken derdim bana derman oldu.
Hiç insanın derdi derman olur mu?
Hakiki derdimizi, esas derdimizi bilsek derman olacak. Bilemediğimiz için derman olmuyor, bütün dertlerimiz dert oluyor. Eğer esas derdimizi bilsek bizde daha hiçbir dert kalmaz.
O asıl derdimiz, bütün dertleri yutar. Büyük balık nasıl küçükleri yutuyorsa o da onları yutar, daha dert kalmaz.
Aslımızı düşünsek zaten kurtulacağız, düşünemediğimiz için kurtulamıyoruz. Öyleyse,
Burhan arardım aslıma
Aslım bana burhan imiş
Aslımız nedir bizim? Ruhumuzun bir gelişi var.
Nereden gelmiş? Allah'tan gelmiş.
Bu ruh nereye gider? Allah'a gider.
Ama gelişte hep bir yerden gelmiştir ama gidenler hep bir yere gitmezler.
Evet, insanlar hem cismen gelmişler dünyaya hem ruhen gelmişler dünyaya.
Bu cismen gelişte ve ruhen gelişte hepsi gelmiş ve bir de cismi gidiş var, rûhi gidiş var.
Bu cismi gidişi de hepsi yapar. Ağası, kölesi; zengini, fakiri; delisi, akıllısı hepsi bir cisimle gelmiş mi buraya? Cisimle gelmiş.
Hepsine bir ruh üflenmiş mi? O ruhla gelmiş.
Fakat bir de ölürken gidiş var. Ama bu cisimlerin hepsi birden toprağa gidiyor. Çünkü aslı toprak bu cesedin, toprağa gidiyor.
Hepsi de bir ruhla gelmişse bu ruhların hepsi Allah'a gitmez. Allah'ın rahmetini kazanan Allah'a gider ama Allah'ın gadabını kazanan nereye gider? Allah'ın Celal sıfatına düşer ki gadabına duçar olur.
Allah'ın Cemal sıfatı var, Celal sıfatı vardır.
Biz Cemal sıfatına sahip olacağız ki Allah'ın rahmetine gidebilelim, onu kazanabilelim.
Celal sıfatına sahip olursak eğer Allah'ın rahmetini nereden kazanacağız? Bu sefer de Allah'ın gadabına düşeceğiz.
Allah'ın Cemal sıfatının sahibi olursak çok ulvî yüksek âlemlere çıkacağız.
Celal sıfatına sahip olursak eğer çok süflî aşağılara düşeceğiz.
Burada zaten iradeyi cüziyeyi elimize vermiş. Eğer biz Allah'a inanaraktan geldiysek bu dünyaya, bizim için Kur'an inmişse, bizim için peygamber gelmişse biz o zaman ne yapacağız?
Peygambere tâbî olacağız. Allah'ın emirleri Kur'an'dır; Kur'an'a tâbî olacağız.
….
Evet, efendiler işte buyurmuş,
Âteş-i aşkınla yandır Sâlih'i
Şarâb-ı lebinle kandır Sâlih'i
Taklîd'den tahkîke döndür Sâlih'i
Affeyle hizmette noksânımız var
Burada öyle bir aşk ver Sâlih'e ki Sâlih yansın, kavrulup yok olsun, kendisini kaybetsin. Başka kelamda da,
İlahi bir aşk ver bana kandalığımı bilmeyeyim
Ya Rabbi, öyle bir aşk ver ki nerede olduğumu ne işlediğimi, ne ettiğimi bilmeyeyim, diyor.
Çünkü niçin? Yarın kıyamet gününde insanlar hesaba çekildiği zaman hesapları melekler görecek. Bir gruba sıra gelince, o grubun hesabını melekler göreceği zaman, Cenabı Hak: “Yok, meleklerim onların hesabını ben göreceğim siz görmeyin.” diyecek.
Bunlar kim? Ehl-i cezbe olanlar.
Vecd âleminden bunlarda görünenler aslında şeriata muhalif değil, fakat onların kelamları anlayışa muhalif. Niçin?
Bak, Mansur “Ene'l-hak.” demiş anlayamamışlar. Şeriata muhalif değildi ama anlayamadılar da onun için astılar. Sonra anladılar ki yok muhalif değilmiş. Onun sözü hatalı değilmiş. Ama sonradan anladılar. Anlayışa bu ters geldi. Fakat onda tecelli eden harikuladeden anladılar ki bu söz hatalı değilmiş. Harikulade neydi onda? Öldükten sonra düşen kanlarıyla “Ene'l-hak.” yazılmış. Nereye bir damla kan düşüyorsa orada Ene'l-hak yazıyor anladılar ki:
—Ha, demek ki biz bunu anlayamadık.
Anlayamamışlar. O doğru söylemiş. Çünkü niçin?
İnsanların nefsi var, ruhu var.
Nefisten söylenirse hatalıdır, isyan eden nefistir.
Ama ruhtan gelirse ruhtan gelende hata olmaz. Ruh bir memurdur.
Peygamber Efendimiz’e bile Cenabı Hak: “Habibim ruhtan sordular sana (Sen ruhtan cevap vermedin). O ruhtan soranlara de ki ruh Rabbinin emrindedir.” buyurmuştur.
Onun için demek burada ruhtan kelam eden, ruhtan cereyan eden, bir kelammış.
Zaten kelamı kibar da budur, ruhtan cereyan eder, ruhtan geliyor, nefisten değil.
Ruhtan geliyorsa, ruhtan gelen söz zâhire ters görünse de hatalı değildir. O bir esrardır, sırdır. Anlamayana, bilemeyene hatalı görünür. Bilene hata değil, haktır. Çünkü niçin?
Mansûr “ene'l-Hak” söyledi
Gördü hakîkat dârını
Mansûr değil cân söyledi
Cân içre cânân söyledi
Ol rûh-ı sultân söyledi
Keşf eyleyip esrârını
Onu Mansur söylemedi, Mansur da bir candır ama Mansur'un canının içerisindeki can söyledi. Mansur'un ruh-i sultanisi söyledi, ruh-i hayvanisi değil, ruh-i sultanisi söyledi.
Ruh-i hayvani var nefisten.
Ama ruh-i sultanisi ruhtan gelir.
Bir insan kendi bilgisiyle, kendi görgüsüyle, kendi iradesiyle konuşuyorsa nefsinden konuşuyor.
Ama kendi bilgisi, kendi anlayışı, idraki değil, kendinden konuşmuyorsa o ruhtan geliyor.
Evet, işte burada diyor ki: Yâ Rabbî öyle bir aşk ver ki bana, bu aşk beni ne yapsın? Sâlih'i yaksın, yok etsin varlığını gidersin.
Nasıl ki cisimler ateşe düşmeyince yok olmazsa, öylece bizim kalbimizdeki cisimleri de ancak Allah aşkı yakacak, o giderecek, o atacak.
Her şeyin zıddiyeti var. Allah aşkının sevgisinin yanında hiçbir sevgi barınamaz.
Bütün sevgiler bir taraf, Allah sevgisi de bir taraf.
O da onun zıddıdır. Allah her şeyi zıddiyetli halk etmiş.
Zaten Cenabı Hakk’ın böyle bir emri vardır: “Biz insanlarda bir tane kalp halk ettik, iki tane halk etmedik.” ki birine dünyayı koysun, birine bizim sevgimizi koysun. Bir tanedir. O bir tane kalbini dünya ile meşgul ederse biz yokuz orada. Eğer bizimle meşgul ise dünya giremez oraya.
Allah'ı unutmamak için Allah'ı çok seveceğiz. Öyle ki Allah'ı unutmayalım. O sevgiyle kalbimizi dolduracağız, kalbimiz dolacak ki boşluk olmasın oraya daha başka bir şey girmesin. Onun için,
Âteş-i aşkınla yandır Sâlih'i
buyurmuş. Yani bende olan bu sevgini çoğalt, kalbimde çoğalt ki bu sevgi beni ihâta etsin. Varlığımı yok etsin.
Nasıl ateş cisimleri yok ediyorsa o sevgi de benim varlığımı, benim benliğimi yok etsin.
İnsanlarda cüzî irade var, küllî irade var.
Küllî iradeye geçen kimlerdir? Âşıklardır.
Evet, ilim de var, amel de var.
İlim, amel de irade ile oluyor.
İrade ile ilim elde ediliyor, irade ile amel elde ediliyor. İrade de çok kıymetlidir bizim için.
Bizim için iradede iki türlü aldanma var. Ama şeriatı olan, tarikatı olmayanlardaki aldanış şudur: Cüzî iradesi farzdır. Eksiklik bırakırsa ne olur? Küfre götürür insanı. Allah'ın azabına girer, rahmetinden uzaklaştırır.
Ama tarikata geçince iradeye sahip olmak da nimetine ulaştırmaz, yolunu tamamlamaz, yolunu eksik bırakır.
Bu yol nedir? Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet.
Bir insan hakikate ulaşamazsa yolunu tamamlamış değildir. Hakikate ulaşmak için tarikatı olacak.
Tarikatta da işte şu vardır ki: Aşk.
Ancak onun kalbinde aşk-ı ilahi, Allah aşkı, Resulullah aşkı, Meşayih aşkı onun kalbinde çoğalacak ki dünya çıksın onun kalbinden. Evlat sevgisi çıksın, mal sevgisi çıksın.
Makam, mevki, ilim, amel bunlar hep varlıktır insanlarda. Hatta insanın kendi sa’yı da varlıktır.
İlim elde eder, ilim çok kıymetlidir. İlim ile çok terakki eder. İlmiyle terakki etmek de daha sonra ona manidir.
Ameliyle çok terakki eder. Ameliyle terakki etmek de daha sonra ona manidir.
Eğer o ilminden amelinden geçemezse o zaman nedir? Terakki edemez. Yolunu bitirmiş değildir.
Çünkü bu yol mahviyet yoludur.
Mahviyete nasıl düşülür?
Ancak insan cüzî iradesini kaldırırsa ortadan o zaman mahviyete düşer.
Ama cüzî irade ne zaman kalkar?
Cüzî irade şu zaman kalkar ki: Sen bir yolcusun o yoldan yürümen için sana bir silah vermişler, bir de at vermişler, binek vermişler. O atla, o silahla, o binekle gideceksin. Vasıtayla gideceksin, vasıtan yoksa gidemiyorsun. Silahın yoksa gidemiyorsun, sade vasıtayla gidemiyorsun. Çünkü eşkıyalardan silahınla kendini koruyacaksın. Vasıtanla da yol alacaksın. İşte insanlarda ilim, amel budur.
Allah'tan geldik Allah'a gideceksek böyle. Ama o nereye kadar götürür? Bir makama kadar götürür. O makam öyle bir makam ki orada at daha yürümez. Orada daha araba yürümez, silahın da kıymeti yok.
Arabayla silahı da orada dökeceksin (cüzî iradeyi kaldırma). Bırakamazsan oradan geçemezsin.
Onun için şeriat, tarikat, hakikat, marifet var.
Şeriatsız olmaz bir defa. Şeriatımız tamam olacak ki tarikatımız olsun.
Tarikatımızı da tamamlayacağız ki hakikate geçelim.
Tarikatımızı tamamlamak için aşk-ı ilahiyi çoğaltmak lazım. Bizde olan Allah sevgisini, verilen bir sevgiyi çoğaltmak lazım, onu muhafaza etmek lazım. O neden azalıyorsa ondan sakınmamız lazım. Neyle çoğalıyorsa çoğaltmamız lazım.
Neyle çoğalacak? Hizmetle ve himmetle.
Hizmet yapmazsak himmet alamayız.
Himmet alamazsak hizmetimizde azimli olamayız. Hizmette azim vardır.
Hizmetteki azim denilince Peygamber Efendimiz: “İki günü müsavi olan zarardadır.” buyuruyor. Hâlbuki bu, amelde değildir aslında.
Ama yine amelde de vardır. Amelde de olacak. Amelde de farklılık vardır. Niçin bu kadar ulemalar çalışmışlar, göz nurları dökmüşler, kitaplar yazmışlar. Zâhir şeriatta efdaliyet aramışlar değil mi? Bunları da arayacağız, bunları da yapacağız.
Ama en efdal olan amel de mahviyetle olan ameldir. “Ameli güzel işle işlememiş gibi bil.” Bu da ancak aşka duçar olacaksın ki ameli yaptım, değil yapamadım, diyebilesin. Yaptım demek varlık oluyor, yapamadım demek makbul oluyor. Evet efendiler,
Şarâb-ı lebinle kandır Sâlih'i
buyurmuş. Leb dudaktır, şarap da keyif veren bir şey insanlara. Ama senin dudaklarından çıkan sözlerin insanları mest eder.
Şarap ikidir: Biri nefse mestlik verir biri de ruha mestlik verir. Ruha mestlik veren şarap, Allah sevgisidir. Nefse mestlik veren de bildiğimiz şarap. Ondan keyif alıyor ki onu içiyor. Almasa niye onu içsin? Günah olduğunu bildiği halde ondan almış olduğu keyfe dayanamıyor, o günahı işliyor. Onun zevkine dayanamıyor, o günahı işliyor.
Ama bir şarap da var ki ruha veriyor bu mestliği, bu keyfi. Onun için,
Bu aşk bir bahr-i ummandır
Aşk, bahr-i ummandır, bahr-i umman da büyük deryadır.
Bu aşk bir bahr-i ummandır
Buna hadd ü kenar olmaz
Delilim sırrı Kur'an'dır
Bunu bilende ar olmaz
Kur'an'daki sır nedir?
Kur'an'daki sır şudur efendiler: Cenabı Hak “Nahnu akrabu” buyuruyor. Kulum ben sana şah damarından daha yakınım.
Bu şah damarından daha yakın olan Allah'ı biz nasıl yakın bileceğiz?
Ancak onu çok seveceğiz ki onun sevgisiyle kalbimizi dolduracağız ki ondan sonra Kur'an'ın esrarı da bizde tecellî etsin.