Gülden Bülbüllere Teveccüh Sohbetleri-6
Tarikatsız, insanların nimeti eksik oluyor. Cenabı Hak insanlara şeriat, tarikat, hakikat, marifet bahşetmiş.
Ama şeriatı tekemmül etmezse, tarikatta hiç yer vermiyorlar. Eğer bir insanın şeriatında kıl kadar eksiği olsa, onun tarikatta yeri yok. Ona tarikatta yer vermiyorlar. Şeriatı tamam olacak.
Ama şeriat cesetle, tarikat da ruh ile.
Hak talibi cismiyle şeriatta; aklı, ruhuyla tarikatta; sırrıyla ila vuslatta olacakmış.
Hak talibi demek: Allah'ı dileyen.
Zaten Allah'tan geldik, niye Allah'ı dilemeyelim?
Biz yoktan var olduk değil mi? Kendi kendimizden mi var olduk? Yoktan var olduk, yine yok olacağız. Ama varlığımız nerden geldi, yokluğumuz nereye gidecek? Bunu bilmek lazım.
İşte Allah'tan geldik, Allah'a gideceğiz. Ama Allah'tan gelen nedir? Allah'a giden nedir?
Allah'tan gelen ruhumuz, Allah'a gidecek olan ruhumuzdur.
Ruhun da vasıtası tarikattır, meşayihtir.
Zâhirde ruhun vasıtası şeriattır. Çünkü cisim yok oluyor değil mi? Hepimiz bunu biliyoruz, görüyoruz. Bu cisim yok oluyor.
Ama ruh da yok oluyor mu? Eğer biz de ruh da yok oluyor dersek o zaman inanmış değiliz, iman edenlerden değiliz. Ruh yok olmuyor.
Bu cisim yok oluyorsa çürüyorsa, ruh da var ise…
İsrafil Aleyhisselam ikinci sura üfürecek. İnsanlar, herkes ot biter gibi yerden kalkacaklar. Bütün ruhlar olduğu yerden kalkacak.
Nasıl kalkacaklar bunlar?
Yine bir cisimle kalkacaklar. Onlara Cenabı Hak yine bir cisim halk edecek.
Ama nasıl bir cisim halk edecek?
Cenabı Hak, iki cisim halk edecek. Bir, güzel bir cisim halk edecek. Ruh, o cisimle gidip sefasını sürecek.
Ruhu taşıyan ne oluyor? Bu cisim oluyor.
Ruh çıktı mı ne oluyor? Cisim de yok oluyor.
Ama nasıl ki ruh bu dünyaya bir cisimle geldi, cesede geldi. Cenabı Hak ruhu getirdi, yerleştirdi. İnsanları Cenabı Hak ikinci diriltmesinde yine onlara bir cisim halk edecek.
Bu cisim ikidir: Bir; hayvani sıfat, bir beşeri sıfat.
Eğer hayvani sıfatla kalkıyorsa o insan çirkin bir surette, çirkin bir cisimle. Ruh o cisimle gidip cehennemde azap görüyor.
Eğer beşerse, Cenabı Hak güzel bir cisim halk edecek. O güzel cisimle, bu dünyada nasıl yaşadıysa, cennette gidip ebedi sefasını sürecek.
…..
Biz demeyelim ki,
—Belli günahlar var, biz günah işlemedik
Hayır, bizim için noksanlık, günahkarlık bu mudur?
Bizim için gafil atmış olduğumuz her adım da noksanlıktır. Gafil teneffüs ettiğimiz bir nefes de bizim için bir noksanlıktır.
Onun için Cenabı Hak “Kulum iste vereyim.” buyuruyor (Talebena vecedena)
Allah’a inanmış olarak, isteklerimiz bizi aldatmış olmasın. Bizim isteklerimiz de masiyet olmasın, dünya olmasın.
Maddi istekler bizi aldatır. Çünkü maddi istekler ne kadar varsa, dünya istekleridir bunlar, hep nefsin arzularıdır. Halbuki bizim en büyük düşmanımızın nefsimiz olduğunu bileceğiz. Eğer en büyük düşmanımızın, nefsimiz olduğunu bilmezsek düşmanımızı bilemeyiz. Niye? Bak,
Büyük düşmanımız nefs-i emmare
Takmış kemendini götürür nare
Cehdet ki bulasın sen sana çare
Ellerin ayıbını gözleme gardaş
Çaba harca, çalış, çabala ki nefsin seni eğmesin, diyor. Sana bir halat takmış boynuna çekmiş, sürüklemiş cehenneme götürüyor. Çalış ki o halatı koparasın, onun halatından kurtulasın, diyor.
Ama neyle? Ancak o halattan neyle kurtulursun?
Cehdet ki bulasın sen sana çare
Ellerin ayıbını gözleme gardaş
Yani Ahmet şunu yapıyor, Mehmet bunu ediyor; şu, şunu yapıyor; bu, bunu yapıyor. Ne yapacaksın sen? Eğer onların ayıbını gözlersen olmaz.
Çünkü Cenabı Hak “Settarü'l-uyub” ayıpları setrediyor. Peygamber Efendimiz de setretmiş. Peygamber Efendimiz de Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmış, Cenabı Hakk’ın sıfatıyla sıfatlanmış.
Velîler de böyledir. Velîler de setreder. Eğer biz de velîlerin izlerinden yürüyeceksek, biz de velîleri tanıyacaksak, biz de velîlerin eteğine yapışmışsak o eteği elimizden bırakmayacağız. O etek bizi kurtaracak. O eteği elimizden bırakmayacaksak biz de böyle olacağız. Kimsede ayıp görmeyeceğiz. Çünkü,
Dil uzatma kainatın haliki hep bir durur
Kimseyi hor görme daim sendeki noksana bak
Onun için bu kelamlar hakikatten bahsediyor. Yani niye böyle oluyor? Cenabı Hak “Her kim ki Allah için alçalırsa biz onu yükseltiriz.” buyuruyor.
Bir insan olarak, senin kendi ayıbın varken başkasında ayıp görürsen, kusur görürsen, sen o zaman yükselmiş olabilir misin? Sen alçalmış olursun.
O zaman da Cenabı Hak “Her kim ki tekebbür sahibi olursa biz onu hakir ederiz.” buyuruyor.
İşte tasavvufun bütün gayesi budur.
Tarikatta üç büyük amel var:
Birisi: En büyük amel, tevazudur. Tarikatta tevazudan büyük bir amel yoktur. Şimdi şöyle, sen alçaldıkça yükseliyorsun. Sen alçaldıkça Allah seni yükseltiyor. Ne olacak o zaman?
Eğer nefsini herkesten aşağı gördüğünde, bir kimse de mademki nefsini bilecek. “Men arafe nefsehu fakad arafe rabbehu.” Emr-i fermanı “Nefsini bilen rabbısını bildi.” buyruluyor.
Kim nefsini bildi?
Nefsini eğer bütün insanlardan değil, hayvanattan da aşağı…Bakın, dikkat edin buna! Hayvanattan da aşağı kendini, nefsini görmezse nefsini bilmiş değildir.
Beyazıt-ı Bistami Hazretleri, mübarek silsilede Tayfur geçiyor. “Nebi, Sıddık, Selman, Kasım estü Caferi Tayfur” Beyazıt-ı Bistami Hazretleri genç yaşta velâyete, kemale ulaşmış yani velî olmuş efendim. Onun kadar genç yaşta velî olan olmamış, yani velâyetin altında olmamış. Çünkü küçük yaşta onun şebabetinde harikuladeleri varmış.
Reşahat'ta yazar, Şeyh Şıbli Hazretleri’nin sohbetine devam ediyormuş. Fakat Beyazıt-ı Bistami genç yaşta kendini Allah yoluna vermiş. Ahlakıyla, ilmiyle, kemaliyle, zâhirdeki adabıyla, o kadar çok halka sevilmiş ki o kadar meth ü sena ediliyor ve bütün hep onu parmakla gösteriyorlar. Cemiyette bunu böyle halk içerisinde methediyorlar. Fakat Şeyh Şıbli Hazretleri bir gün büyük bir cemaate sohbet yaparken Beyazıt-ı Bistami Hazretleri de girmiş içeri. Oturmuyor, hürmet ediyor, ayakta duruyor.
Eskiden tarikatın bir adabı varmış. Şimdi onu kaldırdılar. Eğer tarikatın adap diye bir şartı tatbik edilecek olursa şimdi hiç kimse müritlik yapamaz.
Niye böyle? Bakın,
Bizim büyüklerimizden Pîr-i Sâmi zamanında, Erzincan'ın valisi ile bir ordu komutanı paşa, ordu karargahında oturuyormuş. Hicretten evvel, ordu komutanıyla vali Pîr-i Sâmî Hazretleri’ni duymuşlar. Demişler,
—Burada bir şeyh varmış, insanları irşat ediyormuş. Bakalım neyle irşat ediyormuş?
Bunlar gitmişler ki mübarek şeyh hazretleri cemaate sohbet ediyor, bir kişi de ayakta, elleri böyle göğsünde, düşünmüş ayakta duruyor, oturmuyor. Bunlar gelmişler, selam vermişler. Tabii zâhir şeriat, ulu'l-emre göre bunlar mülki amir, paşa, vali gelmiş. Pîr-i Sâmî Hazretleri de kalkmış onlara biraz hürmet etmiş. Oturmuşlar hal, hatır sormuş. Ondan sonra cemaat sükûta varmış. O arada cemaat zaten sükût. Pîr-i Sâmî Hazretleri de onlarla meşgul olunca sohbeti kesilmiş. Sormuşlar,
—Efendim neyle irşat ediyorsunuz?
Demiş ki mübarek,
—Şu ayakta, eller göğsünde, boynu bükük, duran derviş bir saattir duruyor, siz de böyle durun irşat edeyim, demiş.
Onlar ikisi birbirine bakmışlar. Birbirlerine,
— Kalk kalk gidelim, bu, adamları kandırıyor, demişler.
Kalkıp gitmişler.
…..
İşte onun için bu tarikatın amelleri bütün, Peygamber Efendimiz’den geliyor. Bu ise zaten Tarikat-ı Muhammediye’dir.
Tarikat-ı Muhammediye, Şeriat-ı Muhammediye var değil mi?
Şeriat-ı Muhammediye nübüvveti, zâhir ulema, zâhir şeriatıdır.
Tarikat-ı Muhammediye de Peygamberimizin velâyetinden gelendir. Velâyet yönüyle, velâyet yoluyla gelen, velâyetlerden, yani bâtından gelendir.
Zâhir ulema var, bâtın ulema var.
Zâhir ulema kim? Zâhir ulema hocalar, müftüler, vaizler.
Bâtın ulema kim? Bâtın ulema da meşayihler.
Fakat bunlardaki fark nedir?
Bunlardaki fark, bâtın ulema ledünni ilmini okumuştur. Zâhir ulema ledünni ilmi okumamıştır. Bâtın ulema o kitaptaki bildiklerini unutmuşsa (çıkarmışsa) ledünni ilmini okumuştur. Eğer unutmadıysa okumamıştır. Çünkü bu niye böyle oluyor?
Veysel Karani Hazretleri’ne, Peygamber Efendimiz’in onun hakkında çok meth ü senaları var. Ona ümmetin büyüğü, diyor. Hatta hadis-i şerifinde “Nefesü’l-Rahman gıbalil Yemen.” buyuruyor. Halbuki Veysel Karani Hazretleri ile Peygamber Efendimiz zâhirde birbirlerini görmemişler, hiç görüşmemişler. Ama maneviyatta da bir saniye birbirlerinden ayrı değiller. Onun hakkında buyuruyor ki “Ümmetin en büyüğü, ümmetin en hayırlısı.”
Veysel Karani Hazretleri’ne, Peygamber Efendimiz vasiyet ediyor, “Hırkamı ona götürün.” diyor. Götüren kim oluyor? Hazret-i Ali Efendimiz’le Hazret-i Ömer (radıyallahu anhum) Hazretleri. Hırkayı götürüp onu buluyorlar, hırkayı ona veriyorlar. Hırkayı almıyor. Diyor ki,
— Bunun bir hakkı vardır, hakkını icra edeyim de ondan sonra, diyor.
Ama Peygamber Efendimiz’in de emri var. Buyuruyor ki Arabistan’da, Hicaz bölgesinde iki kabile varmış, bunların koyunları çok imiş, Peygamber Efendimiz o iki kabileyi zikrediyor, “O iki kabilenin koyunlarının, kıllarının adedince, Üveysin şefaatiyle benim ümmetimin asileri cehennemden kurtulacak.” buyuruyor.
İşte bunu biliyor Veysel Karani. Hazret-i Ömer de Hazret-i Ali de tabii biliyorlar bu hadisi. Hadisler kimden alındı? Zaten onlardan toparlandı.
Orada işte secdeye kapanıyor ve secdede Cenabı Hak’tan günahkar ümmeti diliyor. Peygamber Efendimiz’in ümmetinin günahkarlarının, Allah'tan affını diliyor. Bunun için uzun boylu orda kalıyor. Uyudu zannediyorlar veyahut da bayıldı zannediyorlar. Bunu kaldırmak istiyorlar, kaldırıyorlar. Doğrulunca,
—Niçin acele ettiniz? Biz hırkanın hakkını icra ediyorduk, hakkını ödüyorduk. Ümmet-i Muhammed’in günahkarlarının dörtte üçünü Allah'a affettirdim, geri kalan birini de affettirmek istiyordum, beni kaldırdınız, diyor.
Şimdi buradan da ne anlaşılıyor? Zâhirde Allah'ı görüyor, yine Allah'tan isteseydi, ayıkken de isteseydi. Demek ki hal sahibi veyahut maneviyat sahibi, o istekte ne oluyor? O istekte bir başka hal tecelli ediyor, başka bir âleme geçiyor. Orada başka bir istek oluyor, onda başka bir arzu oluyor. Bundan bu anlaşılıyor.
Şu da var,
Peygamber Efendimiz, Bedir Muharebesi'nde toprak attı, düşman basıldı. Ayet-i kerime nazil oldu. “Habibim o toprağı sen atmadın, biz attık” buyruluyor. Peygamber Efendimiz bütün savaşlarda o toprağı atsaydı, mağlubiyet görmeseydiler. Uhud Muharebesi'nde mağlup oldular, Huneyn Gazası’nda mağlup oldular.
İşte demek ki velîler olsun, nebiler olsun, onların her zamanları bir değil. Zaten Peygamber Efendimiz ne buyuruyor hadisinde? “Bizim öyle zamanımız oluyor ki arş, kürs, levh, kalem bizim yanımızda bir zerre kalıyor, onları hep seyrediyorum. Öyle zamanım da oluyor ki yanımdaki Ayşe’yi bile göremiyorum, bilemiyorum.”
Şimdi demek ki Veysel Karani Hazretleri’ni ayılttılar. Fakat onun ân'ı vardı, geçti o. Hani onda bir sıfat tecelli etmişti, sonra o sıfat ondan geçti.
Bu gibi şeylerin tecelli anında, Cenabı Hakk’ın sıfat-ı subutiyyesi onda tecelli ediyor, o sıfatta istiyorlar ve o sıfatta Allah halk ediyor.
Ebu Bekir-i Sıddık Hazretleri de bir ölmüşü diledi. Cenabı Hak bir ölü kimseyi diriltti getirdi. Ama Cenabı Hak hadisi kutside buyuruyor ki: “Eğer o Sıddık kulum, sadece onu diledi. O muharebede bütün ölenleri isteseydi, bütün hepsini diriltecektim.”
Şimdi burada Veysel Karani Hazretleri’ne Hazret-i Ömer Radiyallahu Anh Hazretleri diyor ki,
— Ya Üveys, bize nasihat et.
Bir hakikati onda gördüler, Peygamber Efendimiz’in emri, hırkayı ona verdiler, hırkanın karşılığında onlara bir müjde de verdi.
—Ya Ömer! Sen bir şeyler biliyor musun?
—Biliyorum, diyor.
Nasıl bilmiyorum desin ki? Peygamber Efendimiz’in dört büyük sahabesinden birisi. Hulefâ-i Raşidin'den, sonra aşere-i mübeşşereden. Veysel Karani Hazretleri diyor ki,
—Sen o bildiklerini hep unut, Allah'ı bil, sana yeter.
Sonra Hazret-i Ömer diyor ki,
—Ya Üveys! Yine bize nasihat et.
—Seni halk, bilirler mi?
—Bilirler.
—O halka hep kendini unuttur, Allah seni bilsin yeter.
—Ya Üveys! Yine nasihat et, diyor.
Veysel Karani Hazretleri diyor ki,
— Yok, tamam bu iki nasihat yeter.
Demek ki burada işte tasavvufun gayesi nedir?
Tarikatın gayesi nedir?
Tarikatın gayesi mahviyettir.
Mahviyete kim düşüyor?
Mahviyete düşen, “Nefsini bilen” mahviyete düşüyor.
Nefsini kim biliyor?
Nefisini de işte bütün, değil insanlardan, hayvanlardan da aşağı kim görüyorsa, biliyorsa, nefsini o biliyor.
İşte onun için Beyazıt-ı Bistamî Hazretleri, Şeyh Şıbli Hazretleri büyük bir cemaate sohbet yaparken sohbetlerine gitmiş. Girmiş içeri, oturmuyor; ayakta, hürmet ediyor. Fakat henüz ayaktayken otur demeden mübarek öyle celâlleniyor cemaatin huzurunda, diyor,
—Yahu sizin methettiğiniz bu hınzır mı?
Haşa Estağfurullah! Şanına layık olmayaraktan öyle diyor, bağırıyor. Fakat bu kelamı Beyazıt-ı Bistami Hazretleri reddetmiyor, kabulleşiyor. Diyor,
—Benim nefsim demek ki hınzır sıfatından daha tebdil olmamış.
Üç gün ağlıyor, yemiyor, içmiyor. O ağlamada, bakın irşat bu işte, terakki ediyor. Çok terakki ediyor.
Fakat o, bu kelamı kabulleşiyor, kabulleşmese zaten irşat olamayacaktı, nefsini bilemeyecekti. Nefsini bilmiş ki bu kelamı kabulleşmiş.
Bu anda da ne oldu? Halka karşı onun tenkidi, onu gizledi.
Hani, Veysel Karani Hazretleri ne buyurdu?
—Bu halk seni biliyor mu?
—Biliyorlar.
—Sen halka kendini unuttur, Allah seni bilsin yeter.
İnsan halka kendini neyle bildirir?
Şöhretle.
Şöhrette afet vardır.
Şöhretten kaçınmak lazımdır. Şöhrette afet vardır. Bir insan nefsini zaten aşağı görmezse, şöhretten de kaçınamaz, tevazu da yapamaz, değil mi?
…..
Cenabı Hak “Habibim biz senin göğsünü yardık, temizledik.” buyuruyor. Peygamber Efendimiz ki bütün kainatın efendisi, bütün halkiyetin efdali, makbulü, büyüğüdür.
Çünkü kelam-ı kibarda öyle buyuruyor,
Dahi hem âlem-i a'mâda iken cümle esmâlar
Zuhûrı âlem-i a'yânı sensin yâ Resûlallah
Âlem demek, yani varlıklar. Ama bilinenler var, bilinmeyenler var, görünmeyenler var. On sekiz bin âlem olduğu bize bildiriliyor.
Ama bunlar kimin için halk edildi?
Peygamber Efendimiz için halk edildi.
Zaten Peygamber Efendimiz’in nurundan bütün âlemler halk edildi. Böyle büyük bir zât-ı mübarek için… Cenabı Hak Peygamber Efendimiz’e aşık olmuş ve “Lekad câeküm rasülün min enfüsiküm azizun aleyhi mâ anittüm harisün aleyküm bil mü’minine raûfürrahim.” ayet-i kerimesi vardır. Bu ayet-i kerimede Cenabı Hak ne buyuruyor? Peygamber izzetli ve şereflidir, diyor. Allah halk etmiş. Cenabı Hak birkaç tane daha halk etseydi de ümmetine haris olmasaydı. Bir sanatkar bir şey yaptığı zaman, bakın dikkat edin, eğer ona haris olursa bir tane daha yapar. Onun harisliği gider. Zaten mevlid-i şerifin mealinde,
“Gel habibim sana aşık olmuşam.” buyuruyor ki kelamı kibarda vardır,
Muhabbetten yarattı Ol Habîb'i Hazret-i Mennân
Değil kim Ol Muhammed Hazret-i Mevlâ'da yangın var
Allah’ta yangın olabilir mi? Allah’ta yangın olmaz ama Cenabı Hak’taki muhabbet yangınıdır. Muhabbet de yakıcı bir maddedir. Hem de öyle bir yakıcı madde ki… Cenabı Hak ne buyuruyor? O koskoca azim cehenneme diyor ki: “Ey cehennem eğer sen de bana isyan edersen ehli aşkın ateşiyle sana azab ederim.” Öyleyse demek ki buradaki yangın, bu muhabbettir. Yoksa zâhirde bir ateş yok ama öyle bir yangın ki bizim maneviyatımıza mani olan bütün varlıkları yakıyor, yok ediyor, gideriyor.
Onun için zaten Cenabı Hak “Habibim ben seni sevdim yarattım, övdüm, muhabbetimden yarattım.” buyuruyor.
Mademki Elemneşrahleke suresi onun hakkında nazil olmuşsa, Cenabı Hak “Habibim biz senin sadrını yardık, göğsünü yardık, kalbini temizledik.” buyuruyor.
O zaman bizim kalbimiz de temiz değil. Bizim kalbimiz zaten mülevves. Bizim kalbimiz bütün masiva ile kirlenmiş, paslanmış, mülevves olmuş. Bunun temizlenmesi icap etmez mi? Bir düşünelim.
Bizim kalbimizi kim temizleyecek?
Bizim kalbimizi meşayihimiz temizleyecek. Yetkilidir, Allah ona o yetkiyi vermiş.
Hayat iksirinin Lokman’ı geldi, buyuruyor.
Yanında bir bölük melek simalar
Gene esti bize bâd-ı sâbalar
Derd ehli derdine alsın devalar
Hayat iksirinin Lokman’ı geldi
Ne demek bu, hayat iksirinin Lokman'ı?
Yani Evliyâullah manevi doktordur, ruhumuzun doktorudur. Ruhumuzun bütün illetlerini alıyor, onu ameliyat ediyor, ruhumuzu nimetine ulaştırıyor.
İşte bu Elemneşrahleke suresi de bu amelde (hatmede) okunuyor. Bizim ruhumuzu temizliyor. Yani maneviyatımızda iç âlemimizde olan bütün ahlakı zemîmeleri tebdil ediyor, değiştiriyor.
…..
Bakın, Cenabı Hak dört şeyi dört şeyin içerisine gizlemiş:
Velîlerini kulları içerisinde gizlemiş.
Zaten Cenabı Hak öyle buyuruyor: “Biz velîlerimizi yeşil kubbemizin altında gizledik, onları bizden başka kimse bilmez.”
Velîlerini kulları içerisine gizlemiş,
Azabını da günahlar içerisine gizlemiş,
Hicabını da dualar içerisinde gizlemiş.
Hangi dua perdeleri deler, hangi dua makamına ulaşır? Bu bilinmez. Ancak Cenabı Hak ne buyuruyor?
“Selim bir kalp ile beni zikredin.
Selim bir kalp ile bana yalvarın.
Selim bir kalp ile benden isteyin.”
Bu nedir? Bu selim kalp kimdedir, kimde olur?
Ancak aşk-ı ilahiye kim düşmüşse ondadır.
Bunda âlim, cahil… Zaten haşa Estağfurullah, bu cahil kelimesi kime söylenir?
Allah'ı bilmeyene. Bu cahillik, cahil kelimesi Allah'a isyan edene, günahı sevabı bilmeyene verilmiştir. İnsan ümmi olabilir, cahil olmaz. Bu ancak “Dinü ilmün ma leke keliblis” Senin ilmini bilmedi o habis. İblis, Adem’in ilmini bilmedi.
Sen de bir Ademsin, çok ümmisin ama cahil değilsin. Çünkü Allah'a bir inancın var. İlim zaten bir noktadır.
Bu nokta nedir?
İnsanların kalbinde olan, Allah'a olan inancıdır. Hz. Ali Efendimiz buyuruyor: “İlim bir noktadır, cahiller onu çoğalttılar.” Kelamı Kibar’da da:
Bir noktada pinhan imiş
Gör neyledi bu aşk bana
Bu nedir?
Ledünnî ilmi var.
Cenabı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de ledünni ilmini bize haber veriyor. Cenabı Hak, Hz. Musa’ya buyuruyor: “Ve allemnahü min ledünna ilmen” Kullarımızdan bir kul buldular ki tarafımızdan bir ilim öğretmiştik, buyuruyor. Bir de “Ey Kelimim sen o ilimden bir harf bilmiyorsun.” buyuruyor. Ne demek bu?
Hz. Musa’ya, büyük kitaplardan ilk inen, Tevrat indi. Ama Hızır Aleyhisselam’a gitti, ledünni ilmini öğrendi.
Kitaptan mı öğrendi? Veya Hızır Aleyhisselam ona vaaz, nasihat mi etti?
Hayır. Hızır Aleyhisselamın hareketlerinden, işaretlerinden onu öğrendi.
Bu ilim harfsiz, savtsız bir ilimdir. O ilim, medrese ilmi değildir. O ilim, hocadan öğrenilmiyor. Bu ilim kalp ilmidir. Bu ilmi ancak aşka duçar olan elde ediyor.
Onun için kelam-ı kibarda bak ne buyruluyor,
Ey birader sözlerime tut kulak
Sanma anı söyleyen dil yâ dudak
Demek ki ledünni ilmi kalp ilmidir. Onu dudak konuşmuyor, onu dil konuşmuyor.
Dil, dudak konuşur ama…
Hadis-i Kutsi’de Peygamber Efendimiz konuşur.
Ama mana kimin?
Hazret-i Allah'ın.