Efendim, derdimin dermanı SENsin

"Efendim,

derdimin dermanı SEN'sin"

14 Mayıs 1990

 

Süleyman Peygamber buyurmuş :

– "Simurg'a kim gidip Cenâb-ı Hakk'ın binbir ismini öğrenip gelir?"

Leylek ile bülbül talip olmuşlar:

 -"Ben giderim" demişler. (Simurg : Bir makam) Bülbül kuşların en ufağıdır. Ama en kıymetlisidir. Çünkü bülbül (1001 esmayı) Cenâb-ı Hakk'ın binbir isimini zikir yaparmış. Bunlara :

– "Peki, gidin" demiş.

Fakat orada Cenâb-ı Hakk'ın binbir ismini cezbetmek için, uyumak yokmuş. Ayık kalınacakmış sabaha kadar. Bülbül aşık Cenâb-ı Hakk'ın isimlerine. Uyumamış. Gece yarısına kadar beklemişler. Leylek gece yarısı olmuş veya olmamış uyumuş. Sabaha kadar bülbül uyumamış. Cenâb-ı Hakk'ın binbir ismi tecelli etmiş. Bülbülü cezbetmiş. Leylek uyumuş. Sabahtan bir kapı takırtısı gelmiş lak, lak, lak… Onunla uyanmış leylek.

Gelmişler Süleyman Aleyhisselam'ın yanına.

– "Haydi öt bakalım" demiş.

Leylek :

– "Lak, lak, lak.." ötmüş.

– "Sen dur, kapı tıkırtısı dinlemişsin" demiş.

Bülbül ötünce:

– "Sen cezbetmişsin" demiş.

Evet, "Ben zikredeceğim, sayı ile sayacağım." diyenlerin zikirleri laklakayı lisanda kalır.

Cenab-ı Hakk ayetinde buyuruyor ki:

"Çok zikredenler var ki, zikir onların kalplerine kasvet getirir. Kalplerini karartır, sertleştirir, taşlaştırır."

İnananlardan birisi varmış. Âlim aynı zamanda. Bir iki sefer hatmeye itiraz etmiş. Peygamber Efendimizin hadisi var:

"Her kim ki İhlas suresini bir kere okusa, Kur'an-ı Kerîm'in üçte birini okumuş olur. İki defa okursa, üçte ikisini okumuş olur. Üç defa okursa Kur'an-ı Kerîm'i hatmetmiş olur."

İnkâr mı edecek? Hatmede 1001 ihlas okunuyor. 1001 ihlası üçe taksim etsin bakalım ne çıkıyor. O salavatlar, Elemneşrahlekeler, Fatihalar onları bir tarafa koyalım ve sayalım. Hesap edelim. Ona itiraz edememiş. Ben bilemedim, doğrudur demiş.

İnsanlar huzur isterler. Huzursuzluk zillettir. Zillette insanları yıpratır. Daha doğrusu azaptır. İnsanların dünyadaki azabı ne ile.Hastalık, geçim darlığı, fakirlik. Bir de huzursuzluk oluyor. Ama bu azabın zahmetini ne çekiyor? Kalp çekiyor. Bir arızadan dolayı olan ağrıyı, sızıyı kalp duyuyor. Fakirliğin, zilletin hepsinin azabını kalp duyuyor. Ama kalbin bir sahibi var. Kalbe tasarruf edecek olan ancak Cenâb-ı Hakk'tır. Onun için Cenâb-ı Hakk :

"Sizin ancak kalbiniz zikrullahla mutmain olur. Başka bir şey sizin kalbinizi doyurmaz, tatmin etmez." buyuruyor.

Onun için kalbini Allah ile meşgul ederse daha o kalbe bir şey girmez ki onu rahatsız etsin. Onu huzursuz etsin. Gönül Allah'ı anmazsa o gönül herşeyden rahatsız olur. İnsanlar Allah'a zikirle yaklaşıyorlar. Ne kadar Allah'tan gafil olursa o kadar uzaklaşıyorlar. Allah'tan ne kadar ayık olurlarsa o kadar yaklaşıyorlar. Onun için bilhassa bizim tarikatımızda ki kalbî zikir, gizli zikir, hafî zikirdir. Bunun hakkında hem ayet var hem hadis var. Ayeti Kerime'de Cenâb-ı Hakk:

"Beni gizli zikredin" buyuruyor.

Peygamber Efendimiz de hadisinde:

"Zikrin en hayırlısı gizli yapılandır" buyuruyor.

Allah bizi inananlardan halk etmiş. Amentünün şartlarına inanmışız. Yaşayalım. Tarikata da inanmışız. Yaşayalım. Nakşibendi Efendimize sormuşlar ki:

– "Sizin tarikatınızın bidayeti nedir, nihayeti nedir? Nerden başlar, nereye varır?"

– "Amentü billah ile başlar. Amentü billah ile sona erer" demiş.

Burada anlayacağımız şudur:

Amentünün şartlarına inanacağız ve yaşayacağız. Yaşamazsak taklidî iman olur. Taklidî iman insanı kurtarmaz. Muhakkak yaşanması lâzım. Bir de amentünün şartlarının kendisinde tecelli etmesi var.

Tecelli etmek ne demektir?Avam Allah'a inanıyor. Gıyabî imanı var.

Avam kim? İrade sahibi. Buna müptedi de deniliyor.

Bir de müntehi var.

Müntehi: İradesinden kurtulmuş, geçmiş.

Müptediler amentünün 6 şartına inanacak ve yaşayacak. Ya müntehiler? Onlar da bunu yaşıyorlar. Avam'ın gıyabî imanı var. Allah'a secde ediyor. Namaz kılıyor. Allah'ı görüyor mu? Göremiyor. Allah'a ibadet edenlerin hepsinin gönlü bir mi?

Avam namaz kıldığı zaman gönlüne her şey geliyor. Ama huzur sahiplerinin, müntehi alemine geçenlerin gönüllerine bir şey gelmez. Bunların cesetleri Beytullah'a yönelmiştir. Bunların kalpleri de yönelmiştir. Ruhların kıblesi Zat-ı Hakk'tır.

İnsanın iki kıblesi vardır :

1. Cisminin, cesedinin kıblesi: Beytullah. Cenâb-ı Hakk'ın İbrahim Aleyhisselam'a emredip de yaptırmış olduğu Kâbe .

2. İnsanların ruhunun kıblesi. Herkes o kıbleyi bilemez. Herkes o kıbleye yönelemez. Avamın hepsi Beytullah'a yönelir. Müntehi de yönelir oraya. Fakat müptedi cismi ile yönelmiş, Beytullah'a. Başka bir şeyden haberi yok.

Müntehi her ne kadar cismi ile Beytullah'a yönelmiş ama, ruhu nereye yönelmiş? Ruhu da Cenâb-ı Hakk'kın zatına, azametine yönelmiş. Hz. Ali Efendimiz:

-"Ben görmediğim Allah'a secde yapmam." demiş.

Ama secdesinde Beytullah'tan dönmemiş ki. Cismi Beytullah'a secde yapmamış. Bizler de Beytullah'a dönüyoruz ama secde etmiyoruz. Zaten Beytullah'a secde etsek o da küfür. O da batıl.

Amentü'ye, müptedi inanıyor ve inancını yaşıyor. Ama müntehi de müşahede var. İnandığını görüyor. Görerek yaşıyor. "Amentü billahi" ile başlamasından gıyabî inancı var. Sona ermesi, müşahedesi inancına şahit oluyor. İnandığını görerek yapıyor.

"Ametü billahi: Ben Allah'a inandım." İnandık biz. Müptedi de inanmış. Müntehi de inanmış. Müntehi inanmış olduğu Allah'ı görüyor. Söyliyemez ki görenler. Ben şöyle gördüm, rengi şu idi. Boyu şu idi. Güzelliği şu idi diyemezki. Akıllar idrak edemez ki. Cenâb-ı Hakk'ta noksan sıfat yok. Mekan yok. Sıfat olmadığı için, mekan olmadığı için, görünür ama söylenmez. Niçin?

Gördüğü nedir bilemez

Kendini yoklar kendini bulamaz

Ne oluyor? Kendi varlığından kurtuluyor. Kendi varlığından geçiyor. Onda yeni bir varlık tecelli ediyor. O varlıkla O'nu görüyor. Gören de kendisi, görünen de kendisi.

Kendini kendi göre kendi bile

Bâkisin edemezem gelmez dile

Bunu dile getirse, zahire, şeriata muhalif. Küfür. Mansur'u niçin astılar. Burada Mansur değil, Mansur'da tecelli eden bir sıfat; Mansur söylemedi ki… Mansur orada bir alet oldu. Mansur'un dilinden Hz. Allah konuştu, Hz. Resulullah konuştu. Kelam-ı Kibara bakın:

"Zat sıfat'ın aynı mıdır. Değil. Gayrı mıdır. Değil. Aynı da değil. Gayrı da değil."

Divan bütün kelamı kime söylemiş? Rabıtaya söylemiş. Rabıtadan söylemiş. Rabıta Allah mıdır. Allah'tan gayrı mıdır? Değil.

İşte Amentünün şartları. Allah'a gıyabî inancımız var. Meleklere gıyabî inancımız var. Kitapları göremiyoruz, bilemiyoruz. Onların da Hak kitabı olduğuna inanıyoruz. Çünkü bu kitaplar Peygamberlere gelmiş. Bu kitaplar elde olmadığı için gıyabî inanıyoruz. Âlim olmasak, Kur'an'ın manasını bilmesek, ona da gıyabî inanıyoruz. Hak kitaptır. Hepsi Cenâb-ı Hakk'ın emridir diye inanıyoruz. Peygamberlerin hiç birini görmedik. Yine onlara da inanıyoruz.

"Vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" Her şeyi, hayır ve şerri Allah halk eder. Buna da inanıyoruz.

"Velba'su badel mevt" öldükten sonra dirileceğimize de inanıyoruz.

Bunlara inanmak başka. Bir de yaşamak var. Müntehi bunları yaşıyor, görüyor. Hakke'l-yakîn biliyor. Bilmek birbirinden farklıdır.

İlme'l-yakîn bilirler. Ayne'l-yakîn bilirler. Hakke'l-yakîn bilirler.

İlme'l-yakîn bilen biliyor. Ama bir mesafe var. Ayne'l-yakîn bilen, o mesafeyi yaklaştırıyor.

Yani bilinen bir varlık var. Bunu üç kimse biliyor. Birisi kitaptan okumuş. Uzaktan bunu biliyor. İlmi ile biliyor. Bir de var ki yürümüş gitmiş ona yaklaşmış. Bir de var ki onu tamamen elde etmiş.

Hakkel yakın bilmek: Bilen ve bilinen bir olmaktır.

"Bilen ve bilinen o can değil midir." Diye buyuruluyor, Kelam-ı Kibar'da. Yani Nakşibendi Efendimizin:

"Bidayetinde Amentübillah, nihayetinde Amentübillah"  demesi bundandır.

Zaten mürakebe, muvazene, müşahede var.

Müşahede: İnanmak.

Müptedi inancı: Gıyabîdir.

Müntehi inancı: Aşikârdır. İnandığını görüyor.

Gıyabî inancı olan hakikate ulaşınca ruhu şahit oluyor. Ruhu görüyor. Hakikate ulaşanlar melekleri de görüyor. İnsan iradesinden kurtulduktan sonra melekleri de görüyor.

"Vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" fermanında, sebeplerini kaldırırlar. Hakikisini görürler. Kelam-ı kibarda:

Bu fena gülzarı içre faili mef'ûlünü

Her sıfattan Zât-ı Hakk'ı bilmeyen derviş midir

"Her sıfattan" denilince, bütün cisimler. Sadece insanlar değil, eşya. İnsan hakikate geçince Allah'ın varlığını eşyada seyrediyor. Ama hakikate geçince.

Hakikate insan ne ile geçer? Tarikatla. Şeriat ve tarikatla. Sadece tarikatla da geçilmez. Sade şeriatla da geçilmez. İkisini de yaşayacak. Şeriat cesetle ilgilidir. Tarikat ruh ile ilgilidir. Ruh ile ilgili ama bizim ruhumuzdan haberimiz yok.

Biz ruhumuzu nasıl yetiştirelim? Şeriatın tamam oldu ise, tarikatını da bir Mürşide inandınsa o yetiştirecek. Senin iraden, ancak cesedine geçerlidir. Ruhuna da geçerli değildir. Ama şarttır. Sen bir defa cismini arındıracaksın. Temizleyeceksin. Hayvanî sıfattan kurtarcaksın. Ruha tahsili kim yaptıracak? Kim nimetine malik edecek? Onu kim yetiştirecek, onu kim büyütecek? Meşayih.

Özün bir pire teslim et müdavim ol kapısında

Meşayihten murad şahım mürebbi kâmil olmaktır

Meşayih: Evliyaullah.

Özünü bir pire teslim et, kendini teslim et. İnsanın O'nu sevmesi, inanması, O'nu büyük görmesi budur. Tarikatın şartlarından birisi teslimiyet. Teslimiyet hepsinin başı.

Sermaye bu yolda heman

Teslim olup şeyhine inan

Sıdk ile Allah'a dayan

Gör olmaz mı ihsan sana

 

Hazreti Pirim delilimdir halilimdir benim

Dil sarayı razva-i beyt-i celîlimdir benim

Ana teslim ettiğim nefs-i zelîlimdir benim

İnkıyad ettim bıçağa uymuşam İsmail'e

Yani İsmail Aleyhisselam nasıl ki babasına teslim olmuşsa. Cenâb-ı Hakk ona kurban gönderdi. Cennetten bir koç geldi. Koç kesildi, onun yerine. İşte onu da zikrediyor.

Menem salih şeci'âne

Girip aşk ile meydane

Getirdim koçu kurbâne

Bu meydan-ı muhabbettir

Aşk ile meydana girenin nefsi ölüyor. Koç nefsi kesiliyor. Aşk nedir? İnanaraktan veya severekten, İsmail Aleyhisselam nasıl babasına teslim oldu ise, boynunu rızası ile verdi bıçağa. Bağlamışken ellerini çözdürdü.

– "Niçin bağlıyorsun baba ellerimi. Ben âsi değilim. Karşı gelmiyorum sana. Çöz ellerimi. Bildiğini işle." dedi. Bıçağa boynunu uzattı.

Şeyh efendiye mürit böyle teslim olursa neye malik olur?

Dil sarayı razva-i beyt-i celîlimdir benim

Dil sarayı evliyaullahın kalbidir. Beyt-i celîlidir (Allah'ın evidir). Teslim olursa eğer, ona malik olur.

Cenâb-ı Hakk buyurmuştur :

"Ben hiç bir yere sığmam, mü'min kulumun kalbine sığarım."

Mü'min kulumun kalbi denilince: Veliler de müslüman sınıfında, nebiler de müslüman sınıfında, avam da müslüman sınıfında, her insan müslüman sınıfında. Ama veliler avamdan seçilmiş.

Alimlerde bir esrar var ki, alim olmayanlar bilmiyorlar. Ne var?

Onlarda ilim sıfatı var. Onlar Hakk'ı daha iyi biliyorlar. Okumuş oldukları kitaplardan.

Velilerde bir esrar var ki, alimler onu bilmiyorlar.

Nebilerde bir esrar var ki, veliler onu bilmiyorlar.

Amentünün şartlarını biz inanarak biliyoruz. Ama bir insanın ibadeti olmazsa, bu şartlara inandım demesi yalancılıktır. İnanıyorsa yaşasın. Yaşamıyorsa demek ki samimi olarak inanamıyor.

Hayır ve şer Allah'tan gelir. İnandım. Eee buna inandınsa, Ahmet sana ne yaptı.Seni dili ile, eli ile incitti. Senin hakkını gaspetti. Seni dövdü. Mehmet te seni sevdi. İnsanlık etti. Ahmet dövdü. Ahmet'ten bilmezsen, Mehmet sevdi, Mehmet'ten bilmezsen "vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" fermanına hakke'l-yakîn inandın demektir. Senin müşaheden var. O zaman bütün mecazlar çıktı aradan. Faili mecazlar aradan çıktı. Faili hakiki göründü sana.

Behlül Dâne varmış. Evliyaullah'tan. Bazı veliler de deli görünürlermiş. Sözleri, işleri, hareketleri deli gibi imiş. Behlül Dâne, Behlül Divâne; Halkın bir kısmı Behlül Dane diyormuş. Akıllı anlamına. Bir kısım halk da Behlül Divâne diyormuş. Deli anlamına. Bazıları onun zahirdeki işlerini, hareketlerini anlayamadıkları için deli Behlül demişler. Bilenler de akıllı Behlül demişler.

Bu şahıs Abbasi Devleti idarecisi Harun Reşid'in kardeşi imiş. Harun Reşid yeryüzünün halifesi. O kadar da saltana düşkün. O kadar da diktatör ki. Dur diyenin durağını kesiyor. Senden bana kardeş olmaz diye Behlül Dâneyi evinden kovuyor, dövdürüyor. O kadar güçlü bir halife olan Harun Reşid kardeşinden ar ediyor. Hiçbir meslekte çalıştıramıyor. Hiç bir işi yaptıramıyor. Evi yok, barkı yok, işi yok. Ailesi yok. Hiç bir şeyi yok. Koyunlara bile sahip olamadı. Baktı ki olmadı. Bıraktı. Nerde akşam orda sabah. Mekânı yok. Gecesi yok. Gündüzü yok. Ne yiyeyim, ne içeyim yok. Ama halktan sevenler var. Hürmet edenler var. Yediriyorlar, giydiriyorlar. Gençler çocuklar bununla oynuyorlarmış. Alay ediyorlarmış. Bir gün taş atmışlar. Başı kırılmış. Kan akaraktan gidiyormuş.

Rastlayanlardan birisi sormuş.

– "Başını kim yardı?"

Hiç ses vermemiş. Cevap vermemiş. Bir başkası sormuş ona da söylememiş.

– "Behlül aç mısın?" demiş.

Aç olduğunu işaret etmiş. Götürmüş buna çorba içirmiş rastlayan adam. Çorba içip giderken üçüncü rastlayan adam soruyor.

– "Behlül başını kim kırdı?"

Behlül cevap veriyor :

– "Çorbayı içiren başımı kırdı."

– "Çorbayı kim içirdi" diyor.

– "Başımı kıran çorbayı içirdi" diyor.

Bunu anlayamıyor halk. Herkes anlayamıyor bunu. Ama "vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" fermanını hakke'l-yakîn gören o imiş.

– "Ne yapıyor. Başını kırandan bilmiyor. Allah kırdırdı diyor. Çorbayı içirenden bilmiyor. Allah içirdi diyor."

Şu halde biz "vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" fermanını tatbik edemiyoruz. İnancımız ancak laklakayı lisanda kalıyor. Kalbimize bir türlü yediremiyoruz bunu. Biz onu becerirsek, bizi sevenle, döven bir olur. Bizi zem edenle, meth eden bir olur. Bize iyilik yapanla, kötülük yapan bir olur.

Amentünün altı şartını yaşamak lazım. Hakikate ulaşan kimse yaşıyor ve inandığını görüyor. Ona şahit oluyor. Görerek yapıyor. Dahası da var. Kendisi yapmıyor zaten. Kendisinin de bir alet olduğunu biliyor. Kendi iradesi, sözleri, hepsi oluyor bir alet. Aleti ancak ustası çalıştırır.

Özün bir pire  teslim et müdavim ol kapısında

Meşayihten murad şahım mürebbî kâmil olmaktır

Mürebbi: Yetiştirici.

Meşayihe teslim olunca o seni yetiştirir. Peygamber Efendimiz de

"Benim mürebbîm Rabbim, beni Rabbim terbiye etti" buyuruyor.

Peygamber Efedimizi zahirde bir hoca, bir terbiye eden oldu mu? Hayır. Yetim kaldı. Fakir kaldı, mektep görmedi. Medrese görmedi. Zahirde bir ailesi var. Annesi var. Babası var. Sülâlesi var. Bunlar görünen bilinen şeyler. Bir sanat, bir şey öğreten olmamış ona. Rabbısı onun neyini terbiye etmiş? Ruhunu terbiye etmiş. Ruhuna öğretmiş ne öğretti ise. İşte meşayih de müridin ruhunu terbiye ediyor. Ruhuna öğretiyor ne öğretirse. Onun için insanlar tarikatsız hakikate geçemezler. Hakikate geçemezler. Hakikate geçemezse bir insan kıymetini kaybeder.

Gider bu "Ahsen-î Takvim" bozulur

Varıp hep yerli yerine dizilir

Bozulur ne olur.Yerli yerine düzülür, ne olur?

Cenâb-ı Hakk:

"Biz insanı çok kıymetli halk ettik" buyuruyor. "Güzel halk ettik" buyuruyor. "Büyük halk ettik" buyuruyor.

Bu güzellik, bu büyüklük cesedinde midir?

Cesedinde güzellik. Tahsil yaptıysa, güçlü ise, sanatkarsa, cesedindeki güzellik budur. Ama bunlar silinecektir. Yok olacaktır. İnsanlardaki kıymet ruhtadır. Ruhunu ne ile kıymetlendiriyor insan? Şeriat, tarikat ile. Eğer bu olmazsa ruh kıymetini kaybediyor. İnsanlarda dört makam vardır. Bu cesettedir.

Bir de insanları dört eczadan halk etmiştir Cenâb-ı Hazreti Allah. Bu dört eczanın muhalif halleri var, mutabık halleri var. Bu dört eczayı insan ne ile tebdil ediyor? Şeriat, tarikat ile tebdil ediyor. Bunları değiştirmezse muhaliftir. Bunlar değişirse mutabık oluyor. Yararlı, faydalı oluyor. Değişmezse ruha zararlı oluyor. Daima zarar vermekte, ona hakaret etmekte. Yararlı olursa ruhun kıymetini daima yükseltmekte.

Bu dört madde nedir?

 Su, ateş, toprak, hava. Anasırı zıddiyet. Eğer şeriatı, tarikatı olmazsa değiştirmezse, bunların zararlı tarafları nedir? Toprağın tembellik vermesi insana. Ateşin insanı kavgaya, nizaha götürmesi. Suyun insanları teşvikçiliğe sevketmesi. Havanın da insanlara enaniyet vermesi, kibirli yapması. Bunlar ne kadar zararlı? Tembelleri Allah sevmiyor. Tembellikten Cenâb-ı Hakk insanları men etmiş. Kitapta "battal" diye zikrediliyor. "Battal" ise batmış batırmış. Demekki toprak tembellik veriyormuş insana.

Ateş: İnsanları vurmaya kırmaya, kavgaya sevkediyor. Bunları Allah semavî kitapta yasaklamış. Peygamberimiz yasaklamış.

Su: İnsanları birbirine sürtmek, bulaştırmak, teşvik etmek. Bu da iyi bir şey değil. Zararlı.

Hava: Enaniyet, kibir, benlik sahibi etmekte. Bu da iyi bir şey değil.

Fahrettin Razi Hazretleri şöyle bir şey yazıyor:

"Oğul diyor, dört şeyden, dört şey doğar. Dikkat et! İnatlıktan rüsvaylık doğar. Öfkeden nedamet doğar. Bir söz söyler bir iş yaparsın, ne ettim dersin. Tembellikten zelillik doğar. Kibirden de düşmanlık doğar."

Bizim dört eczamız var. Cesedimiz dört eczadan halk edilmiş. Dört eczayı da taşıyor. Bunun bir tanesi eksik olsa yaşayamaz.

Havayı insanlar teneffüs etmezse yaşar mı? İnsanları besleyen bir ısı var. Bu çıksa veya fazlalaşsa yaşar mı? Bunlar cisim göstermiyor ama bunların yetkileri var. Hava sana enaniyet veriyor. Ateş seni kavgaya sürüklüyor. Katı cisimler et, kemik, topraktır. Kan vesaire sudur. Su da seni teşvikçi yapıyor. Toprak ta seni tembelliğe sevkediyor. Ama sen bunları tebdil ediyorsun. Değiştiriyorsun. Zahir tedbirin şeriat. Bir de meşayihe gidip teslim olmak, ondan almış olduğu hizmeti devam ettirmek. Tarikat bir meşayihe gidip teslim olmaktır. Zikir talimi almaktır. Bununla ne oluyor? Dört anasırı zıddiyet sana zararlı iken yararlı hâle geliyorlar. Seni kavgaya, ateşe sevk eden bir ateş var ya, Allah aşkına dönüyor. İnsanları vurup kırayım derken, insanları seviyorsun.

Yaratılmışı severim Yaradan'dan ötürü

Yaradan:    Allah.

Allah'ı sevenler Allah'ın mahlukunu da sever. Sendeki kavga nizah, vurma, kırma durumu seni uysal bir hâle getiriyor. İnsanlara hürmet ediyorsun. Onları seviyorsun, Allah'ı sevdiğin için.

Allah kavgayı yasaklamış. Allah'ı seviyorsan niye yapıyorsun. Adam öldürmeyi yasaklamış. Niye yapıyorsun?

Toprak sende güzel ahlâk oluyor. 79 ahlâk var sende. 79 ahlâki hamideyi elde ediyorsun. Toprak üzerinde her şey yetişiyor. Onun için sende tam bir ahlâk oluşuyor. Ne ile oluyor. Şeriat, tarikat, hakikat. Hakikate geçersen, sendeki zararlı sıfatlar yararlı oluyor. Dünyada insanlara yapmış olduğun zararlı sıfatlar sana dönecek. Yaptığın zarar kendine. Rabbına karşı mesul olduğun zararları sen bilemezsin. İşte bu dört ecza tebdil olunca güzel ahlakları elde ediyorsun. İç aleminde oluyor bu değişiklik.

Seni teşvik eden su : Allah'ın feyzi oluyor. Nehir gibi feyiz oluyor.

Hava: O sendeki enaniyet, kibir, kendini beğeniyorsun ya. Sende bir hakikat oluyor. Her şeyin mecazından kurtuluyorsun. Her şey sende bir Hak aynası oluyor. Her şeyin hakikatında o var. Her şey "Kün" emriyle meydana geldi. Canlı ve cansız ne kadar cisim varsa "kün" emriyle meydana geldi. Yok idi bunlar. Allah "ol" dedi oldular. Bu eşyaları senin varlığın görüyor. Sen kendi varlığını yitiriyorsun. O zaman hakiki varlık meydana çıkıyor. Kelâm-ı kibar :

Kakıyıp döğerse artır hubbunu

Sevdiği deriyi çok çiğner dibağ

Deri ne kadar sert olursa olsun. Ne kadar çirkin olursa olsun. Dabak onun rengini değiştiriyor. Sertliğini gideriyor. Çirkinliğini güzelleştiriyor. Pis hayvanların derisini bile dabak yaptığı zaman değiştiriyor. Onu bile hizmete sevkediyor.

Meşayihe gerektir tâbi erler

Sulüke giriben tevbe ederler

Bir mürit deridir. Meşayih te deriyi değiştiren bir üstattır. Onun anasır-ı zıddiyetini değiştiriyor. Anasır-ı zıddiyeti de çile değiştirir.

Çile nedir? Haktır. Onun için Cenâb-ı Hakk "Eşeddül bela" fermanı buyurmuş. Bizim burada bir hissemiz var. Ruha çok zararlı olan anasır-ı zıddiyetin değişiyorsa işte o zaman ruhun kıymetini buluyor. O zaman terakki ediyor. Ruh yükseliyor. İrade sahibindeki sıfatlar, küllî iradeye geçince değişiyorlar.