Sev…Mürşitler benzer güle Müridler benzer bülbüle

"Sev…

Mürşitler benzer güle

Müridler benzer bülbüle

Sev Hakk'ı seven ile."

10 Mayıs 1990

 

Hoş geldiniz, safa geldiniz. Allah arzunuza ulaştırsın. Arzularınız aldatmasın. Arzular insanı aldatabilir. Çünkü arzuların bir kısmı nefisten gelir. Çok şükür. Allah bize her türlü ihsanda bulunmuş. Bizden daha bilgili, daha tahsilli kimselere bu nimeti vermemiş. Bunun kıymetini bilelim. Salih Baba ne diyor:

Salih ne yatarsın uyan dediler

Sıdk ile Allah'a dayan dediler

Hak gizli değildir ayân dediler

Çok ihsan var bu ihsandan içerü

Çok ihsan nedir? Allah'ı bilmek, Allah'ı bulmak, Allah'ı görmek. Bilmek bir ihsandır. Aramak lütuftur. Nimetine ulaşmak da, daha büyük bir lütuftur. Cenâb-ı Hakk: "Biz bir gizli hazine idik. Aşikâr olmak için, cinleri, insanları halk ettik."  buyuruyor.

Muhammed Piri Sami'den kemâlin eyledin izhar

Saadet afitabından cemâlin eyledin izhar

Hakikat ilminin her bir meâlin eyledin izhar

Cevâhir kenzinin dürrün anın kalbinde düzdürdün

Nihayet kuru bir namım mezar taşına kazdırdın

Cevâhir:     Çok kıymetli bir şey, mücevher. Kenz:         Gizli hazine.

Küntü kenzi mahviya:       Bir gizli hazine idik, insanları, cinleri aşikâr ettik.

Bu gizli hazine nerede bulunuyor? Evliyaullah'ın kalbine giren kimse gizli hazineyi buldu. Ama Evliyaullah'ın kalbine ne ile girilir? Sevmekle, sevilmekle. Kelâm-ı kibarda buyuruyor:

O kim âmâdurur çeşm-i basîri

Göremez Pir-i Sami gibi cânı

Yine buyuruyor:

Seni Hak bilmeyen ol geçreviler

Büluğa ermez anların imanı

Yine buyuruyor:

Her kim ki şeyhini Hak bilmedi Hakk'ı dahi bilmez

Yok eylemeyen varını, maksûduna ermez

Hak gizli değildir ayan dediler

Çok ihsan var bu ihsandan içerü

Bu ihsanın birincisi : Allah bizi müslüman halk etmiş. İkincisi de : Sevgili Habibine ümmet etmiş. Çünkü bütün ümmetlerden, ümmet-i Muhammedin Allah'a makbuliyeti var. Ahirette de Cenâb-ı Hakk, bütün peygamberlerden çok bizim peygamberlerimizin ümmetine, bizlere ihsan edecek. Diğer peygamberler bizim peygamberimize ümmet olmayı dilemişler. Kelâm-ı Kibar:

Saadet burcunun sultanı sensin ya Resulallah

Kamu dertlilerin dermânı sensin ya Resulallah

Bu anlaşılıyor. Peşinden gelen kelâm:

Dahi hem alem-i âmâda iken cümle esmâlar

Zuhûr-u âlem-i ayânı sensin ya Resulallah

Esma: Canlı, cansız bütün isim taşıyan cisimler.

"Habibim seni halk etmeseydim bu varlıkları halk etmezdim."  buyuruyor Cenâb-ı Hakk.

Gönülden perde-i hicâb açıldı

İlm-i ledünniden bezmi içildi

Cümle esma birbirinden seçildi

Herbiri bir guna elvan eyledi

Gönülden perde açılınca, mani olan, göstermeyen perde açılınca, "Hiç bir mekâna sığmam mü'min kulumun kalbine sığarım"  buyuruyor  Cenâb-ı Hakk. İnsanlar  Cenab-ı Hakk'ın esma nuruna da malik olurlar, sıfat nuruna da mâlik olurlar. Sıfat nuru tecelli eder. Zat nuru da tecelli eder.

Zuhûratın mukaddemdir melâik ins ü cinden hem

Zemin ü âsumânın nuru sensin ya Resûlallah

Dahi hem "küntü kenz" esrarının bil mahremi sensin

Makamındır senin hem "Gâbe gavseyn" ya Resûlallah

"Habibim sen bana iki kaşının yaklaştığı kadar yaklaştın." buyuruyor  Cenâb-ı Hakk.

Cemi-i enbiya cümle sana hep ümmet oldular

Hüviyyet bâbının miftahı sensin ya Resûlallah

Salih Baba "Çok ihsan var bu ihsandan içerü" buyurmuş ve bu kelâmda bir hakikatten bahsetmiş:

Birinci ihsan: Cenâb-ı Hakk müslüman halk etmiş.

İkinci ihsan: Sevgili Habibine ümmet etmiş.

Üçüncü ihsan: Tarîkat nasip etmiş.

Şeriat bir şeyi bildiriyor. Ama erdiren ne oluyor? Tarîkat.

Şeriat tarîkat yoldur varana

Hakikat marifet andan içeru

Bu yol nedir? Şeriat, tarîkat, hakikat, marifet. Cenâb-ı Hakk bunları bahşetmiş ama, kazananlara. Kazanmayanlara bir şey yok.

Bu nimeti kazanamayan insanlar ne olur? Allah korusun hayvanî sıfatta kalırlar. Hayvandan onun bir farkı olmaz. Bir şu fark vardır. Hayvan azap görmez, o görür. Bu hususta Kur'ân-ı Kerîm'de iki tane hakikat var:

Birincisi: Nuh Aleyhisselamın tufanında Nuh Aleyhisselamın oğlunun boğulması. Aynı zamanda o ebedî cehennemde yanacak. Halbuki Nuh Aleyhisselam büyük bir peygamber. İnsanların ikinci babası Hz. Adem'den sonra. Kıyamet gününde bütün insanlar Hz. Adem'e şefaate gidecek o da gidin Nuh'a diye ona gönderecek. Öyle iken oğlu ebedî cehennemde yanacak.

Ashab-ı Kehf'de Ben-i İsrail'in velileri. Onlara tâbi olan, onların peşine takılan bir köpek de diriltilecek. Cennete ebediyyen onlarla yaşayacak. Halbuki insanlardan başka dirilecek hiçbir mahluk yoktur. Cenâb-ı Hakk o köpeği yeniden halk edecek. Kaadir Allah, ona özel muamele yapıyor. Hiçbir hayvanî mahlukatı var etmezken, onu var edecek. Cennette velilerle beraber ebedî yaşayacak. İşte bunun için "Çok ihsan var, bu ihsandan içerü" deniliyor. Bunun bir hakikatı var, çok delilleri var.

Cenâb-ı Hakk seçmiş, bizi Peygamber Efendimizin ümmeti etmiş. Yüzyirmi dört bin peygamberin ümmetinden etmemiş. Cenâb-ı Hakk onu da bildiriyor.

Ayet-i Kerimesinde:

"Habibim, Biz senin dininde eksiklik bırakmadık. Dinlerin içerisinde en üstün din olan İslâm dinini seçtik. Sana bahşettik."  buyuruyor.

Öbür dinlere ve peygamberlere inanıyoruz. Fakat bizim dinimiz İslâmdır. Kitabımız Kur'ândır. Peygamberimiz Hz. Muhammed'dir. Onun için biz geçmiş ümmetlerden farklıyız. Ama fesat ümmet zamanındayız. Bunu da bilmeliyiz. Peygamber Efendimiz: "Bir sünnetimi işleyene yüz şehit sevabı var" buyuruyor. Bir emri daha var. Ashabına buyuruyor ki:

"Ey ashabım sizler öyle bir zamanda geldiniz ki; Allah'ın emirlerinden onda dokuzunu işleseniz de, bir tanesini işlemeseniz helâk olursunuz. Ama öyle bir zaman gelir ki, Allah'ın emirlerinin onda birini işlerler, dokuzunu işliyemezler onlar kurtulurlar." Bu bir Hadis-i Şerif.

Niçin? Onlar Nur-u nübüvvetin içine girdiler. Nur-u nübüvvet zamanında halk edildiler. Gün gibi aşikâr gördüler Peygamber Efendimizi. Bizler gıyaben biliyoruz. Allah'a şükür ki inanlardanız. Bu da Allah'ın ihsanı, Peygamber Efendimizin şefaatidir. Bu zamanda fesat ümmetten değiliz.

Fesat ümmet kimdir? Ezan okunduğu zaman câmiye koşup gitmeyenler.

Oraya buraya koşan hareket eden bu kadar insandan, camiye koşup gidenler ise itaat edenlerdir. Aşikar olan bir şey.

Fesat Ümmet: Allah'a itaat etmeyen demektir. Bu zamanda Allah'a itaat etmekte başta namaz geliyor. Çünkü namaz ibadetin ufuğudur. Hadisler böyle. Namaz mü'minin miracı. Namaz dinin direği ve namazı Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok yerde emrediyor. Şimdi bu zamanda beş vakit namazı kılan, orucunu tutan, helali, haramı tefrik eden, sevabı, günahı tefrik eden… İşte itaat ümmet. Böyle olmazsa, gerisi fesat ümmet.

Cenâb-ı Hakk bakınız bizi itaat ümmetten halk etmiş. Bu da bize büyüklerimizin duası himmetidir. Büyüklerimizi tanıdığımız için fesat ümmetten olmadık. Onları tanımak bizim için bir şereftir. Onun için Ashab-ı Kehf'in peşine takılan köpek cennette yaşayacak. Biz onları sevdikse eğer, onların duası himmeti bizi o fesat ümmetten etmiyor. Ve âhirette onunla beraber olacaksınız. Burada Cenâb-ı Hakk'ın bir ihsanı var. Şöyle özetleyebiliriz.

Bizim müslüman olmamız, ümmet-i Muhammed'den olmamız, tarîkat ehli olmamız, daha da büyük ihsanlar, tarîkatı bildik, yaşadıksa, tatmışsak, muhakkak Ru'yetulllah'ı da göreceğiz. Ru'yetulllah haktır. İnkâr edenler bâtıl oldular. İslâm'dan ayrıldılar. Mu'tezile mezhebi diye ayrıldılar. Bunu tasavvuf kitapları yazar Reşahat'ta yazar. Orada:

Alaaddin-i Attar Hazretleri, Nakşibendi Efendimizin üçüncü halifesi. Onun zamanında ehl-i sünnet âlimleri ile Mu'tezile âlimleri Ru'yetulllah hususunda bir çatışma yapmışlar. Bahse dalmışlar. Onlar Ru'yetullah'ı inkâr ediyorlar. Ehl-i Sünnet âlimleri:

-"Ru'yetulllah   vardır" diyorlar. Haktır diyorlar. Hayli bir çatışmadan sonra Ehl-i Sünnet âlimleri aciz kalıyorlar. İkna edemiyorlar. Her iki taraf da çok deliller getiriyorlar.

Cenâb-ı Hakk:

-" Sen beni göremezsin" buyurdu. Bu onların elinde bir delil oluyor. Ayetlerin tevili vardır. Tefsiri vardır. Ulema tevili de yapar, tefsirini de yapar. Ehl-i Sünnet olanlar ikna edemeyince Alaaddin Attar Hazretleri'ne koşuyorlar.

– "Efendim din gidiyor. Sen bize yardım et" diyorlar. O zaman Alaaddin Attar Hazretleri diyorlar ki:

– "Siz bana onların âlimlerini getirin."Gidiyorlar,getiriyorlar."Diyor ki bunlara :

– "Ben size Ru'yetullah'ı hakke'l-yakîn göstereceğim. Yalnız şartımız şudur: Üç gün taharetle, nezâfetle bizim sohbetimizde bulunacaksınız. Boy abdesti alacaksınız. Sabahleyin geleceksiniz, ikindiye kadar bizim sohbetimizde bulunacaksınız." Bir yapmışlar, iki gün yapmışlar, üçüncü ikindi zamanında bunlara mübarek manevî gözü ile bakmış. O gözü bunlara isabet edince ne olmuş. Hepsi sökülmüşler. Yere serilmişler. Cezbe almış bunları. Bayılmışlar. Kendilerinden geçmişler. İradelerini kaybetmişler. Çırpınmışlar. Ağızlarından   köpükler saçılmış. Bağırmışlar. Ayılınca, ayılan ayağına kapanmış.

– "Haktır, kabul ettik Ru'yetulllah'ı demişler. Sen de Hak meşâyihi bir velisin. Biz de tarîkata gireceğiz. Kabul et demişler." Hepsi de ihvan olmuşlar.

Onun için çok şükür; şeriat, tarîkat, hakikat, marifet. İnsanlar marifete de ulaşıyorlar. Marifet insanların en yüksek makamı. Şeriat da Cenâb-ı Hakk'ın emri. Şeriat hepsinin başı.

Nakşibendi Efendimiz'den sormuşlar: Sizin tarikatınızın bidayeti nedir, Nihâyeti nedir?

Buyurmuşlar ki:

– "Bizim tarikatımızın bidâyeti de Amentü billah, nihâyeti de Amentü billah. Yani bidayeti de Allah'ın varlığına inanmak, nihayeti de Allah'ın varlığına inanmak. Yani bu altı şarttan başlıyor İslâm. Bu altı şart ile insan sona eriyor. Kemâle ulaşıyor."

Cismi ile şeriatta, aklı, ruhu ile tarikatta, sırrı ile vuslattadır bir Hak tâlibi.

"Kulum iste vereyim" diyor  Cenâb-ı Hakk.

Hak tâlibi: Allah'ı isteyen, Allah'ın rızasını isteyen, Allah'ın cennetini isteyen, Allah'ın cemalini isteyen, herkes taliptir.

Cenâb-ı Hakk talip olanın isteğini verir. Yalnız biz müslümanız. Allah bizi tarikat ehli halk etmişse bizim bir çok isteklerimiz var ki, onları vermezse Cenâb-ı Hakk, onları da kendi bilir. Biz bilmeyiz.

Ehl-i dünya, ehl-i âhiret, ehl-i huzur. Bunu yaşayan bilir. Allah ile kulun arasında olan bir şeydir. Ben kimsenin ehl-i dünya mı, ehl-i âhiret mi olduğunu bilemem. Ama sen iyi bilirsin.

Sen nasıl bilirsin.Ölçü nedir burada? Eğer sen dünyayı ahiretten çok seviyorsan  ehl-i dünyasın. Ahireti çok seviyorsan ehl-i dünya değilsin. Dışardaki bilemez. Dışardaki ancak amelinden tahmin eder. Amel de insanı aldatır. Niçin.Bu amelini riya için mi yapıyor. Şöhret için mi.Ne maksat için yapıyor? Onu bilemeyiz. Yalnız bizim tasavvufun bir kelâmı var. Ne buyuruyor Salih Baba:

Nefsim bana râm ol düşme teşvişe

Hep fasiddir bu kurduğun endişe

Sürüsün yedirmez kurt ile kuşa

Pir-i Sâmi gibi sultanımız var

Evliyaullah bir manevî çobandır. Müritler onun sürüsüdür.

Kim inanarak tarikata girdi ise o bu sürünün malı oldu. Onu artık kurt, kuş yemez. Buradaki kurttan, kuştan mânâ zamanımızın şerri, fitnesi. Zamanımızda israf var. İsraf haramdır. İnsanlar kurtulamıyorlar bundan. Faiz haram, bundan kurtulamıyorlar.

Bizi ancak bundan kurtaran nedir? Büyüklerimizin himmetidir. Pirimizin himmetidir. Onların duasıdır. Fesat ümmetten değiliz. Yine onların himmeti, duasıdır. Niçin?

Eğer himmet erişmezse sana bir şeyh-i kâmilden

Adûvler yıktılar seddi ne yatarsın gâfil insan

Şeyh-i kâmil:          Evliyaullah. Eğer onun himmeti sana ulaşmazsa, düşmanlar senin evini  yıktılar. Seni de öldürürler.

Adû:           Düşman.  Sed:            Seni muhafaza eden duvar. Duvar da yıkılır.

"Öyle bir ağızla dua edin ki, günah işlememiş olsun" denilmiştir. Biz bu günah işlememiş ağıza muhtacız.

Kim bu günah işlememiş ağız? Evliyaullah'ın ağzı. Onun duası bizi muhafaza eder, kurtarır. Kurda kuşa yedirmez. Bizi zamanımızın şerrinden fitnesinden muhafaza eder. Bizi fesat ümmetten etmez. Ancak bizim de Meşâyihimiz'in ismine leke getirecek noksanımız olmasın.

Olursa ne olur? Allah korusun bir tokat yersiniz.

Bu tokat da iki türlüdür.

Gadap tokatı, Şefkat tokatı.

Celâlinden gelen tokat olursa, Allah korusun ne malını koyar, ne canını koyar, ne imanını koyar, ne de amelini.

Şefkat tokatı terbiye içindir. Bunu da taşıyamayız. Niçin? Bela ve çile verilir. Bu zamanda çileyi taşımak kolay mı.Bu kadar safahat, bu kadar bolluk içerisinde insanlar bela taşıyabilir mi .Eski insanlar taşıyormuş. Onun için Şeyh Efendimiz sohbetinde buyurmuş ki:

"Bir müridin hizmetinden eksikliği olursa veya bir mürit sözünde veya işinde, tarîkatına meşâyihine noksanlık işlerse, ona tokat vururlar."

Bu noksanlıklar bizi terbiye etmek için. Münkir olmadınsa bir şefkat tokatı vururlar. Ama tokatı yemek kolay değil. O tokatı yemek kolay değil. O tokatı yedikten sonra bilmiş ol ki dünyada senin için hiç rahat olmaz. İşin hiç rast gitmez. Artık ne bilelim, kazalar, belalar, büyük büyük zararlar, çeşitli musibetler seni bırakmaz. Ama âhiretine bir zarar gelmez.