Tembellikten de korkalım.Korkaklıktan da korkalım. Allah’a sığınalım

"Tembellikten de korkalım.

Korkaklıktan da korkalım. Allah'a sığınalım."

 7.7.1992

 

Allah'a şükür, çok şükür, bin şükür. Hastalık bizim için nimet imiş. Sağlık bize Allah'ı unutturuyorsa, hastalık da Allah'ı hatırlatıyorsa, hastalık bizim için daha iyidir. Allah'ı zikreden hasta vücut, sağlam vücuttan hayırlıdır. Müslümanın sıkıntısı müslümanın kamçısıdır, Allah'a sığındırır. Allah'ın azametine sığınırım. Pirimin de velâyetine sığınırım.

İnsanlar Allah'ı ilme'l-yakîn bilirler. Ayne'l-yakîn bilirler. Hakke'l-yakîn bilirler. İlme'l-yakîn bilenler, Âlimler, Kur'ân-ı Kerîm'in manasını anlayanlar; Hadis alimleri. Ayne'l-yakîn; âbidler bilerler. Hakke'l-yakîn; âşıklar bilirler.

Bu cemaatimiz içerisinde olmayanlar arasında daha âlim kişiler, daha zengin kişiler veya daha fakir kişiler var. Fakat onların zenginlikleri, ilimleri kendini perdelemiş. Zengin olup da dünyayı istemeyen zor bulunûr. Çünkü insanlarda nefis var. İnsanlar dünyayı çok istiyorlar. Herşey makineleşmiş. Herşey modernleşmiş. Ama Allah'a şükür bizim cemaatimizin Allah'a bir itikatı var ki, Cenâb-ı Hak hidayet etmiş. Velilerini, sevdiklerini sevdirmiş. Allah'ın bize en büyük lutfu, ihsanı râbıtamızdır. Meşâyihimizi sevmek, meşâyihimize inanmaktır.

Çünkü niçin:

Gönlüme nakşoldu hubb-u cemâli

Meşâyihimin yüzünün sevgisi, gönlüme işlendi diyor.

Terk eyledim cümle hep kîl u kâli

İnsanların ne varsa kalbinde var. Kalbine gelen diline geliyor. Kalbine gelenin icraatına geçiyor.

Kîl u kâl: Dünya arzuları

Bunları terk etmiş. Neden terk etmiş? Evliyaullah'ın sevgisi onun gönlünde. Bu sevgi gönlünde tecelli etmiş. Herşeyi gönlünden atmış.

Dünya perestlerin çok ise malı

Bizim de İmam-ı zamanımız var

İmam-ı zaman: Meşâyih.

Dünya perestlerin malı, mülkü çok ama benim de mürşidim var.

Hak ile sevdiğimin var mı vebali

Allah için sevilen birşeyin vebali olmaz. Nefs için sevilen ne olursa olsun ağyardır. Fitnedir. Allah için sevilen birşeyi Allah size nasip etmiş. Bu sevgiyi muhafaza etmek lâzım. Bu muhabbettir. Nerden geliyor. Şeyh Efendimizin iki kaşının arasından gelen ilahi feyiz, Allah sevgisidir. nûrdur. Baş parmağımız kalınlığında. Ama insan bu sevgiyi büyütebiliyor. Kocaman ağaç bir çekirdekten meydana geliyor. Çekirdek ufacık birşey ama büyüye, büyüye ulu ağaç oluyor. Bizim kalbimizdeki cüzî muhabbet te büyür büyür. Kalpte büyür. O çekirdekten büyüyen ağacın çekirdeğini bir diken var. İnsanlardaki cüzî muhabbet büyüye büyüye küllî muhabbete ulaşıyor. Cüzî muhabbet bir katredir. Küllî muhabbet deryâdır. Kara topraklarından kaynayan sular, nehirle birleşirler. Denize ulaşmak isterler. Nehire karışmayan su deryâya ulaşamaz. Deryadan mânâ Cenâb-ı Hakk'ın zatı. Nehirden mânâ evliyaullahtır. Kaynak suları insanlar. Evliyaullahı tanıyanlar deryâya ulaşırlar. Parmağımız kalınlığında olan su nehire karışırsa deryâyı buluyor da, daha kalın akan su nehire karışmadığı için deryâyı bulamıyor. İlminden amelinden geçemeyenler teslim olamıyorlar. Deryâya ulaşmak için hizmet yapacağız. Hizmet nedir? Günlük amellerimiz. Ayrıca tarîkatımıza uygun davranışlı olmak. Tarîkatımıza uygun kıyafet giyinmek. İnsanların cüzî iradesi küllî iradeye ulaşınca kalbine Allah'tan başka birşey gelmez. Hak ile Hak olmuştur ki:

Hak ile Hak olanlara

Kendi özün bilenlere

Dost yolunda ölenlere

Kan bahası dinar olmaz

İnsanlar Allah'ı hiç unutmazsa, bir nefes dahi unutmazsa, işte o zaman Hak ile Hak olur.

İnsanlarda sûret var, sîret var.

Sûret: Dış. İnsanların görünen tarafı.

Sîret: İnsanların kalbinin içerisinde görünmeyen varlık vardır. O kalp kaypaktır. O kalpte bir hükümdar var. İnsanların kalbinin sağ köşesi var. Sol köşesi var. Sağ köşesinde "İlham" isminde bir melek hâlk etmiş Cenâb-ı Hak. Bir görevli var. Zâhirde, şeriatta bu böyle. Madem ki biz hakikatız. Var olup da bildirilmesi için. Kalbimizin sol köşesinde de "Vesvas" isimli şeytan hâlk etmiş. İşte insanların kalbine gelen o hayr şeyleri İlham adlı melek atıyor. O Hak'tan. Kötü şeyleri de Vesvas isimli şeytan atıyor. O da şeytandan. İşte burada bize madem ki Cenâb-ı Hak akıl vermiş, irade vermiş. Aklımıza gelen birşeyi düşüneceğiz. Düşündüğümüz şey melekten mi? Şeytandan mı? Kitap ve sünneti düşüneceğiz. Gönlümüze gelen düşünce kitap ve sünnete uyuyorsa fiiliyata getireceğiz, değilse terkedeceğiz.

Diyeceksiniz ki bu zamanda kitap ve sünneti biliyor muyuz? On da birini bilsek de işlesek kurtaracağız. Çünkü Peygamber Efendimiz buyurmuştur. "Benim zamanımda yaşayan ümmetim Allah'ın emirlerinin onda dokuzunu işleseniz birini işlemezseniz helâk olursunuz. Ama öyle bir zaman gelir ki ümmetimin içinde onda birini işliyenler kurtulur."

Gönlümüze  gelen Hak'tan mıdır? Şeytandan mıdır? Düşüneceğiz. Bunu kitap ve sünnete göre değerlendireceğiz. Bizim kitap ve sünnetimiz meşâyihimiz. Bazı hocalar faiz haramdır, yemeyiniz der. Kendisi yapar. Hile-i şeriye getirir. Bazı insanlar vardır ki bize yanlışı gösterir. Onun için bizi aldatmayan meşâyihimizdir. Eteğinden tutacağız. Meşâyihler bizi aldatmaz. Onlar nasıl yaşıyorsa biz de öyle yaşayacağız. (Nasıl yiyor, nasıl konuşuyor.) İşte o zaman kurtuluruz.

Bırak bu masivâ ile hevâyı

Piri Sami gibi bul Rehnümâyı

Delil eyle O zât-ı evliyâyı

Bu berzah âlemini geçmek dilersen

Bekâ gülşânına göçmek dilersen.

Berzah alem:          Dünya     Mâsivâ: Boş arzular     Reh nümâ:  Yol gösteren

Bekâ gülşânı: Çok safalı bir yer, gül bahçesi, çiçekler, yeşillikler, güller çok zevkli, safalı bir yer.

Dünyayı sevmeyen bu karanlıktan çıkacağını biliyor. İnandığı için, dünyanın meşakkatlerinin, mihnetlerinin biteceğini biliyor.

Ama bir de var ki gafletinden dolayı çok sevdiği dünya ona ışıklı görünüyor. Aydınlık görünüyor. O da karanlıkta olduğunu bilmiyor. Karanlıkta olduğunu bilip de sevmiyorsa onun da bir aydınlığı vardır. Karanlıkta olup da aydınlığı, lüksü arıyorsa onun da bir karanlığı vardır.

Berzahda kalır ermez ise bu garib insan

Envâr-ı Muhammed'le enfâs-ı Mesihâ

İnsanlar bilsinler, bilmesinler bu dünyaya garip gelmişlerdir. Eğer dünyayı sevmezsek bizim için her yer bir olur. Yer seçmez. Dünyayı sevenler, apartman, köşk, makam, mevki… Bunların hepsini ister. Karanlıkta kalırlar.

Onlar Peygamber Efendimizin nûruna ulaşamazlar.

Enfâs: Hz. İsa'nın nefesi, canlı, ölü değil. Evliyaullah'ın nefesi canlı nefestir. Neye isabet etse onu diriltir. İnananlar ne istiyorlar? Bir nefes istiyorlar. Bir dua istiyorlar. Kelâm-ı Kibâr:

Nice mürde kalpleri

Enfası kûdsün eyledi ihyâ.

Kutsal nefesi ihya etti. Eğer insanın kalbi Allah'ı zikrediyorsa diridir. Zikretmiyorsa ölüdür. Ama Allah'ı zikredecek kalp bir nazara muhtaçtır. Bir evliyaullah'ın nefesine muhtaçtır.

Musa Kelimullah'tan Allahu Teala Tevrat'ın sevgisini alınca O da yalvardı. Benim kalbimde bir boşluk oldu. Yarabbi sen bilirsin dedi.

Allahu Teala O'na "Ya Musa, yanına pişmiş balık al. Yuşa ile deryaya doğru yola çık" dedi. "Balık deniz kenarında nerede dirilirse orada kalırsın." Bunlar gidiyorlar. Musa Kelimullah Tevrat'tan başka ilim olmadığını düşünüyordu. Onu da sadece kendisinin bildiğini zannediyordu.

Evet bunlar gidiyorlar deniz kenarına doğru. Giderlerken bir seferinde de Hz. Musa Kelimullah yatıyor, uyuyor. Yuşa Aleyhisselam da çantasını alıyor. O da peygamber olmuştu o sırada. Çeşmeden abdest alıyor. Çantayı açıp bakıyor ki balık diri. Balık canlanmış. O abdest alırken bir damla abdest suyu sıçramış o da balığı diriltmiş.

İşte burada pişmiş ölü balıktan mânâ insanların kalbidir. Oradan bir damla sıçrayan su o balığı diriltiyor. Evliyaullah'ın bir nazarı da ölü kalbi diriltir. Onun kutsal nefesi ölü kalbleri diriltir.

Sohbetlerde kalbi diriltir. Sohbetlerde Cenâb-ı Hak'kın öyle bir iltifatı var ki… Neden?

1- Din nasihattan ibarettir.

2- Din nasihatla yaşar.

3- Din nasihatla gelişir.

Peygamber Efendimiz öyle buyurmuş. Burada nasihat da ikiye ayrılır. Vaaz var. Sohbet var.

Vaazda nefisler konuşur, nefisler dinler. Vaazı cemaatın nefsi dinler Nefis ise münkirdir. Hiçbir şey kabul etmez. Hoca Efendi bir şey söyler. Onlar da bana söylemiyor diye dinler. Hiçbirini üzerine almaz. Sohbet öyle değil. Rûh söyler. Ruhlar dinler. Ruhta bir hakikat vardır. Ta ilm-i ezelide Allah-u Teala'nın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediğini duymuşlar. "Evet" demişler. Orda rûhun bir teslimiyeti var. Bu dünya âlemine gelen ruh bir ehl-i dil'in sohbetini dinliyorsa ayılıyor. Nasıl ayılıyor. Cenâb-ı Hakk'ın ilm-i ezelideki o sözü, o güzel sesi aklına geliyor. Ayılıyor, canlanıyor. Cezbe ondan ileri geliyor. Muhabbet ondan ileri geliyor. Sohbet insanları irşad eder. İrşaddan mânâ insanların kalbinin temizlenmesidir. İnsanların kalbi açılır. Sohbette bir safilik var. Herşeyi kalbinden çıkarıyor. Ama vaazda öyle değil. İnsanlar Hoca Efendinin dediğini kabul etmiyor. Kalbinden atamıyor.

Hoca Efendi de kendisini almış, yükseğe çıkartmış. Kendisinin halktan seçkin olarak görüyor. İlminden dolayı.

Abdülkadir Geylani Hazretlerinin oğlu Abdülcebbar Efendi çok âlimmiş. Bir gün camide vaaz etmiş. Allah'ın azaplarından, gadaplarından, hikmetlerinden çok derin bir vaaz etmiş. Halktan da dinliyen dinlemiş, dinlemeyen uyumuş. İnsanlarda hiçbir hareket yok. O sırada babası gelmiş. Abdülkadir Geylani Hazretleri. O da babasına hürmeten vaazı kesmiş. Kürsüden aşağıya  inmiş. Talep üzerine Abdülkadir Geylâni bir ifadede bulunmuş. Demiş ki:

– "Camiye gelecektim, acıkmışım. Abdülcebbar'ın annesine dedim ki "bana bir sıcak çorba  yap içeyim, gideyim. O da çorbayı pişirdi. Çanağa koydu. Getirdi önüme koydu. O sırada bir kedi fareyi arayım diye vurdu. Çorbayı döktü. Ben de nefsimi tenkid ettim. "Sen bu çorbaya lâyık değilsin"dedim. Çorbaya lâyık olsaydım niye döküleydi. Kalktım nefsimi tenkid  ederek suçlayarak geldim camiye" diyor. Bunu söyler söylemez bütün cemaat başlıyor ağlamaya. Ağlamaktan kırılıyorlar. Bunu görünce Abdülcebbar Efendi şaşıyor. Ve kendi kendine: "Ben bu kadar Allah'ın azaplarından, gadaplarından, hikmetlerinden, rahmetlerinden konuşuyordum, cemaatte hiç bir tepki yoktu. Annemin pişirdiği çorbayı kedi dökmüş. Bunda ne vardı ki bu cemaat bu kadar feyizle ağlıyorlar?" diyor ve annesine şöyle diyor:

– "Babama sor bakalım. Sen çorba pişirmişsin. Kedi onu dökmüş. Babamda yemeden gelmiş. Bunu anlatınca millet ağlamaktan kırıldı. Halbuki ben ne kadar vaaz etmiştim."

Annesi soruyor. Abdülkadir Geylani oğlu hakkında demiş ki:

– "O çıktı yukarı yükseğe kendini de hâlktan üstün gördü. Onun için tesir etmedi. Biz öyle değil. Kendi nefsimizi halktan aşağı gördük. Halkı bizden üstün gördük. Onun için halk ağladı. O kendi nefsini sözleriyle, kürsüye çıkmasıyla yükseltti."

Hamdolsun, Allah'a şükür, çok şükür, bin şükür. Nihaî şükürler olsun. Allah bu nimeti bize ihsan etmiş. Bu nimetin kadrini kıymetini bildirsin. Bizi bildiğimize bırakmasın. Peygamber Efendimiz ne buyuruyor:

"Yarabbi bir saat dahi beni nefsimle başbaşa bırakma."

Halbuki Peygamber Efendimizin nefsi değil de her peygamberin bir şeytanı var, Peygamberimizin şeytanı müslüman olmuş.

"Yarabbi korkaklıktan sana sığınırım."

"Yarabbi tembellikten sana sığınırım."

"Yarabbi nefsimle beni bir saat baş başa bırakma."

Tembellik amel tembelliği. İnsan çok becerikli işgüzar olur. Ama ameli yoksa bu tembellik, battallık amel battallığıdır.

İşte tembellikten de korkalım. Korkaklıktan da korkalım. Allah'a sığınalım. İnsan Allah'a teslim olup sığındıktan sonra daha neden korkacak? Allah'a teslim, tevekkül olamıyoruz ki korkuyoruz. Ama bir de var ki şerli insanlar vardır. Onlardan korkmak, ondan kaçmak lazım. Onlarla dostluğumuz olmasın. Teşrik-i mesaimiz olmasın. Şerli insanlardan uzak duralım. Mümkün olduğu kadar Allah'ı unutmayalım. Râbıtamızı unutmayalım. Zaten Allah'a râbıtamız birdir. Fark etmez. Ayrı değildir. Râbıtayı unuttunuz mu? Allah'ı unuttunuz. Râbıtasız Allah'ı düşünemez insan. Allah'ı hatırlayamaz.

Allah vardır. Birdir. Noksan sıfatlardan beridir. Benzeri yok. Ortağı yok. Kemâl sıfatları vardır.

Bazı insanlarda da kemâl sıfatlar var. Ama biz bilemiyoruz. Allah'ın sıfatları o insanda tecelli ediyorsa kemâl sıfat o oluyor.

Cenâb-ı Hak: "Biz insanı kendi sûretimizde hâlk ettik" buyuruyor. Hadis-i şerif. Ama insandaki suret noksan sıfattır. Allah'taki sıfatlar noksan değil. Kendi görüşümüz var. Biz karşı tarafın içini görebiliyor muyuz? Göremiyoruz. Allah'ın da seni bir görüşü var. Ona nasıl ulaşacağız. Karanlık gecede, kara taşın üzerinde, kara karıncanın ayağının izini görüyor. Allah'ın görüşü böyle.

Karanlık gecede, kara taşın üzerinde kara karıncanın, ayağının sesini de duyuyor. İzini de görüyor. İşitmesi de öyle. Konuşması da öyle Kulda bu sıfatlar tecelli eder. Ama ne ile eder? Şeriat, tarîkat, hakikat, marifete ulaşırsa. Allah'ın bu sıfatları kulunda tecelli eder. Onun için biz Allah'a mekan isnat edemeyiz. Allah'ın mekanını düşünebilir miyiz? Allah mekanlara sığmaz. Mekandan münezzeh. Ankara'dadır. İstanbul'dadır diye Allah'ın her an bir yerde düşünmek küfürdür. Allah'a bir sıfat düşünmek. Meselâ : Boyu şudur, rengi şudur, diye düşünmek, bunlarda küfürdür. Güzelliği şöyledir denmez. Peki Allah'ı nasıl hayal edeceğiz : "Râbıta-ı hayal" var. Evliyaullah'ın bir yüzü var. Zâhirde evi var. Görmüş olduğumuz sıfatı var. Bir mekânı var. Kırk gün bir yerde ikamet etmişse orası mekândır. Makamdır orası. Allah'ın zâhirdeki olan sıfatı, esas kuldaki olan sıfatın örtüsü. Kulda olan kemâl sıfatların örtüsüdür.

Çâr -anâsır perdesini zâtına etmiş nikab

Yunus Emre ne diyor:

Ete, kemiğe büründüm.

Yunus diye göründüm.

Çar-anâsır: İnsanların vücudunda dört madde var. Allah o dört madde ile insanları hâlk etmiş. Dört madde ile yaşatmış.

Toprak, su, hava, ateş.

Toprak  ve suyu vücut gösteriyor. İnsanların eti, kemiği, kasları. Bunlar çürür toprak olur. Su da yine vücutta. Fakat vücutta olan ateş görünmez. İnsanların vücudunu yaşatan normal bir hararet var. O hararet azaldığı zaman da, yükseldiği zamanda insanları tehlikeye sokuyor. O ateş kesilirse ölüyor. Bir de teneffüs var. İnsan nefesi kesilirse yaşar mı? Yaşamaz.

Çâr -anâsır perdesini zâtına kılmış nikab

Bu dört anasır evliyaullah'a perde. Zatını gizlemiş. Zat'ı nedir ruhu, ruhundaki esrar nedir? Ruhu Allah'a ulaşmış. Allah'tan gelen ruhu Allah'a ulaştırmış. Hepsinin ruhu Allah'tan geliyor. Ama hepsinin ruhu Allah'a gidemiyor. Niçin Allah'a gidebilmek için Allah'ın kitabını, sünneti, şeriatı, tarîkatı yaşamak lâzım.

Allah'tan gelen ruha bir vasıta gerekir.

Gökte uçar iken indirdin beni

Gökte uçan nedir? Cenâb-ı Hak ilmi ezelde ruhları gökte yaratmış. Gökte çok âlemler var. Onların hepsini gezmiş dolanmış. Bu dünyaya gelmiş. Bu dünyaya nasıl inmiş bu ruhlar? Cesedi hâlk  etmiş, cesetle inmiş. Zâhirde cesedimizi meydana getiren vasıta annemiz, babamız. Tarîkatta babamız: Meşâyihimiz.

Al benliğimizi gitsin irâde

Arzeyle cemâlin irgür  murâde

Vâsıtamız sensin iş bu arâde

…              …

Düşürme Efendim ferdâya bizi

 

Bizi benliğimizden kurtar ki firaktan kurtulalım.

İnsanların nefsi var. Nefsin çok arzuları var. Bitmez tükenmez. Ama ruhun isteği, arzusu  Allah'a ulaşmak.