Bizim tarikatımız SOHBET tarikatıdır

“Bizim tarikatımız SOHBET tarikatıdır.”

  

Sonsuz şükürler. ALLAH hepinizden razı olsun. ALLAH muhabbetinizi artırsın. ALLAH arzunuza ulaştırsın. ALLAH hulûsunuzun, bârını (meyvasını) yedirsin.

Evet insanları terakki ettiren maneviyatdır, ihlâsdır.

Muhabbet, ihlas, adap, teslimiyet tarikatımızın şartları bunlar.

ALLAH'ı göremiyoruz ama, görüyormuş gibi amele, iba-dete başladığımız zaman.

Huşû ile ama bu mümkün değil. Mübtedide bu olamaz. Müntehide olur. Her ne kadar mübtedi huşû ile namaz kılayım diye gayret etsede kılamaz.

Huşû demek: Namazda gönlüne hiçbir şey gelmeyecek. Mümkün mü? Hemen gelir gönlüne. Geliyor diye bırakma-yacağız. Burada da cihat vardır, cihadımızı da yapacağız. Amelimizi de işleyeceğiz.

Hatta bu hususta tasavvuf kitabında bir yazı vardır. Nak-şibendi Efendimizin zamanında o zamanın uleması rabıta-ya karşı çıkmış. Yine de karşı çıkar, bilmediklerinden bilseler yapmazlar.

“Namazda bir mürid rabıtasını alırsa gönlüne, hayalî puttur” demişler. Nakşibendi Efendimiz bütün ulemayı top-lamış. “Gelin benim bir çorbamı için” demiş. Onları yedirmiş, içirmiş. Bizzat kendisi hizmetlerini görmüş. Yeme-içme faslı bittikten sonra demiş ki:

-“Mollalar benim bir müşkülüm var, halledin” demiş.

-“Buyurun Efendim” demişler.

-“Sizler demişsiniz ki, namazda rabıta puttur.”

-“Evet” demişler.

-“Peki huzurda namaz kılmak kimlere mahsustur?”

-“Huzur sahiplerine mahsustur.”

Kendi sözleri ile onları bağlamış.

-Huzur sahibi olmayan namaz kıldığı zaman namazda alacağı, vereceği, evladı, ailesi, malı, gönlüne gelmez mi? Bunlar put olmuyor mu? Peki!.. ALLAH için sevdiği bir ALLAH ın velisi gönlüne gelirse put mu olur?

Birbirlerine bakmışlar. Düşünmüşler eline ayağına ka-panmışlar. “Affet” demişler. İşte öyle çıkıyorlar. Rabıta hak-tır. Rabıta olmazsa, biz gafletten ayrılamayız. Bizi gafletten kurtaran rabıtadır. Onun için kelam-ı kibarda geçer.

       Ey taharetten habersiz rabıta bilmez habis.

Nasıl ki tahareti olmazsa, abdesti olmazsa, insan pis olursa… Rabıtası olmayanın da kalbi pistir. Niçin? Cenâb-ı ALLAH.

“Kalbinizde neyi beslerseniz mabudunuz odur.” Kalpte rabıta sevgisi olduğu müddetçe bir kalbe başka sevgi gelmez. Hepsini atar. Rabıta sevgisi ALLAH içindir. Rabıtayı unutursa, ALLAH'ı da unutur. Rabıtayı unutmazsa ALLAH'ı unutmaz.

       Nakşi cemâlinden kesmem gözümü

       Sende buldum madenimi özümü

Burada maden ne? Öz ne? Maden cismi. Özü de ruhu. Ruh madde değil. Mahluk değil. Mahluk olan, madde olan, cesed, nefis. Cenâb-ı Hak:

“Kendi ruhumdan ruh üfledim”  buyuruyor.

Demek ki en büyük sır, en önemli sır bizde.

Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

“Kulum için sayısız nimet halkettim. Bu sayısız nimetleri kulum için halkettim. Kulu zatım için halkettim.”

Burada Zat'ı için halketti ise, Zat'ına, azametine inana-cağız. Gadabından, azaplarından korkacağız. Nimetlerini bulacağız. Bu nimetler dünyada nasıl ki sayısız ise, ahirette de sayısız nimet vardır. Ahiretteki nimetler cennette. Bu ka-dar hocalar vaazlarında bize bildiriyorlar. Cennetin hak ol-duğu yazılmıştır. Cennette nimetler müsavi mi? Değildir. Farklı, farklıdır. En büyük makam Peygamber Efendimiz'in makamıdır. Eğer sen Peygamber Efendimiz'in nuru nübüv-vetine dahil oldunsa, sen de o makamla berabersin.

       Berzâhta kalır ermez ise bu garip insan

       Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ

Berzâh: Karanlık.

Eğer bu karanlıktan çıkamazsa, ulaşamazsa…

Envâr-ı Muhammed: Peygamber Efendimizin nurudur. Ona ulaşamazsa Hz. İsa'nın nefesi de zuhur etmez. Eğer Nur-u Nübüvvete ulaşırsa Peygamberimizin nuru, zuhur eder. Ona varis-i enbiya olur.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

“Benim ümmetimin velileri, ben-i İsrail'in peygamberleri derecesinde.”

Evet, işte bu dört şah ta tarikatta: Muhabbet, ihlas, adap, teslimiyetdir. Bunlar olmazsa insan, tarikattan hakikate geçemez.

Muhabbet, ihlas, adap ve teslim, bunlar birbirini takviye ediyor.

Muhabbet meşayihe olan sevgidir. Sevilecek. ALLAH'ın emridir. Meşayihe olan sevgi nefsanî değildir.

ALLAH için sevilenin vebâli olmaz. Öyle ise, bu sevgiyi çoğaltmak için, azı var, çoğu var. Zerresi var, kübrası var. Bu cemaat buraya gelmişse, en azında, Rabıtada tarif ediliyor ya, baş parmağım kalınlığında feyz-i ilahi, şeyh efendimizin iki kaşının arasında, kalbimizin üzerine akıyor. İşte odur, bu cemaati getirmiş buraya. Bu hem emirdir, hem ameldir. “Baş parmağım kalınlığındaki feyz-i ilahi” denilmesi, O’dur. Bu cemaatin içerisinde nehir gibi, ALLAH’tan feyzi gelen de vardır. Yok değildir. Ama bu nasıl büyüyecek? Ne kadar sevebilirse, o kadar terakki eder. Hakikate ulaşmak için vasıta aşktır. Aşksız hakikate ulaşamaz bir insan. Bütün maddelerden, mecazlardan geçemez.

Bir başka kelâmda:

       Pervâne dönerim

       Sensiz bir şey istemem” diye.

Aşka düçar olmuş. Aşk onu herşeyden, hepsinden geçirmiş. Canından da geçirmiş. Malından da geçirmiş. Amelin-den de geçirmiş. İlim-amel bir perdedir. İlim-amel çok üstün-dür.

İlim: ALLAH'ı bilmek.

Amel: ALLAH'a yaklaşmak.

Yaklaştırır ama bir perde vardır. Perdeyi geçemez. O perde “Ben bildim. Ben geldim. Ben yaptım” demesi. Dört şahtan birisi muhabbet.

Diğeride ihlâs.

İhlâs sevdirir. Hangi tarikatın müridi olursa olsun, kendi tarikatını üstün görmek, meşayihini büyük görmek hakkı-dır. Başka tarikatı da küçük görmek hakkı değil. Tarikatların hepsi haktır.

Tarikatların hepsinin hak olması şudur ki: ALLAH 1001 ismi ile zikredilir. 1001 ismi ile tarikatların zikirleri değişir. Birbirini tutmaz.

Her müridin kendi meşayihini üstün görmek hakkı. Fakat başka meşayihi de küçük görmek hakkı değil. Niçin? Meşa-yihlerin hepsi velîdir, cem’ül-cem'dir. Eğer bir makama gitmemişlerse velî değildirler.

Bize noksanlık işleten, ALLAH'tan gafil olmamızdır. ALLAH'ı hiç unutmazsa noksanlık olmaz. ALLAH'ı unutaraktan atmış olduğumuz adımlardan mesul oluruz. ALLAH'ı unutarak almış olduğumuz nefeslerden de mesuluz. Tek bir nefesimizi zayi etsek büyük zararlarımız olur. Onun için Hace-i Ahrar Hazretleri bu-yuruyor ki:

“Bir kere ALLAH demek bin oğuldan hayırlıdır.”

Ama nasıl ALLAH demek? Kalpten ALLAH demek. Mev-lid-i şerifte buyrulmuştur.

       Bir kez ALLAH dese aşk ile lisan

       Dökülür cümle günah misli hazan

Misli hazan: Sonbaharda ağaçlar yapraklarını harıl harıl dökerler. İşte aşk ile bir kere ALLAH dese, günahlarını böyle döker. Ama aşk ile kalpten gelen ALLAH. Bakınız ALLAH! diye bağırıyorlar ya, işte odur. Bir alime deseniz ki, “Bu cezbe halinden birisini yap” yapamaz. Ama aşka düçar olursa onu yaptırır. İlim  dinlemez. Evet, bu dört şahı elde edelim ki, hakikate geçebilelim.

Şeyh Efendimizi seveceğiz: Muhabbet.

İhlas: Büyük göreceğiz.

Adap: Şeyh Efendimizin zahiri batınını bir bilmektir. Bir yerdeki her yerde. Evliyaullah, meşayih ALLAH'ın birliğine ulaşmışsa her yerden haberdardır. Niçin? ALLAH bildiriyor ona. ALLAH gösteriyor ona. Evliyaullah için, tayy-i mekân vardır. Haktır.

Tayy-i Mekan. Ne demek? Bir velî burada oturur. Şarkta, garpte görünür. Halbuki kendisi burada ama. Ta şarkta, garpta bir vücutta görünür. Hizmet görür.

GAİP NEDİR: Uzaktakileri Cenâb-ı Hak ona hem işittirir, hem gösterir. Bildiren ALLAH.

ADAP'ta şudur ki: Meşayihinin zahirini, batının bir bil-mek. Ne demek oluyor. Sen meşayihinin huzurunda oldu-ğun zaman oturman, kalkman, konuşman, terbiyen, nezaketin, edebin nasılsa, meşayihin ne kadar uzakta olursa ol-sun. “Ben onu göremiyorum. O beni görüyor” diye adabını muhafaza edeceksin.

TESLİMİYET: Teslimiyet hepsinin başını bağlıyor. Sen bir alet alacaksın “Beni şeyhim hareket ettiriyor” diyeceksin. Başka çare yok. Hadi sen sizin evde, ben bizim evde ne olur? Yerinde sayarsın. Bu dört şahı elde ettinse, köşeyi döndün. Sıfat değişti, Hakikat’e geçtin, ârif oldun. Âriflerin ayrı bir seyri vardır. Bu eşyanın mahiyetini onlar bilirler. Nasıl ki ALLAH'ı hakke’l-yakîn bilmek var. Resûlullah'ı hakke’l-ya-kîn bilmek var. Bu eşyanın mahiyetini onlar bilirler. Bu sehpayı ayne’l-yakîn bilmek var, ilme’l-yakîn bilmek var, hakke’l-yakîn bilmek var.

İnsan nefsini de ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn, hakke’l-ya-kîn bilir. Hepsinin başı Hakke’l-yakîn bilmektir. Bunlar birbirinden farklı. Ne zamanki insan kâmil oluyorsa insanlığın en son makamına ulaşmıştır. Safiye makamına ulaşmak vardır. O zaman hem kâmil, hem mükemmildir.

Kâmil olur, mükemmil olmaz. Kâmil ile Kamil-mükemmil arasında fazla bir fark yoktur. Yalnız bir fark varsa, fakülte bitirmiş bir kimse bir görev almış. Diğeride bitirmiş, görev almıyor. İstiğrak haline geçmişler. Daha, bir daha ayrılmamışlar.

İstiğrak hâli: Cenâb-ı Hakk'ın ZAT nuruna ulaşmışlar. Oradan bir daha ayrılmamışlar. Yani külli iradeye geçmiş-ler, bir daha cüz’i iradelerine dönmemişler. Ama dönmeyin-ce de hizmet göremiyor. Çünkü tek taraflı oluyor. Dönecek ki, bir tarafı cüz’i irade, bir tarafı külli irade olacakki görev yapabilsin.

Cüz’i irade demek: Beşeriyeti, cesedi. Cisim sahipleri ile beraber halleşmek, dertleşmek.

Küllî irade: İradesi yok olmuş. Evet, hakikat te bizim için, Marifet te bizim için. Ama biz henüz tarikattayız. Tarikatı anlamayınca hakikate geçemeyiz. Tarikatı da anlayamayız. Çünkü şeriatımız olmazsa tarikatımız olmaz. Şeriatımızı ta-mamlayalım ki tarikata geçelim. Bu idraktır, anlayıştır, ilimdir. Her ilmin üstünde bir ilim vardır. Büyüklerimiz bu-yuruyorlar.

Alimlerde bir esrar var ki, avam bilmez. Ne var? İlim sı-fatı var. Fakat velîlerde bir esrâr var ki, âlimler onu bilmez.

Âlimler eşyanın mahiyetini bilemedikleri için bilemezler bu esrarı. Eşyanın mahiyetini bilmek için: Cenâb-ı Hakk'ın üç nuru vardır. Esmâ nuru, sıfat nuru, zat nuru. Bu nurlara ulaşması lâzım.

Esmâ nuru ile sıfat nuru bir değildir. Zat nuru da sıfat nuru ile bir değildir.

Esmâ nuru 1001 isminin nuru. Sıfat nuru ise 8 sıfatının nuru.

Zat nuru ise, ALLAH'ın Zat'ı birdir. Ona ulaşan ne olu-yor? Eşya da yok olur, kendisi de yok olur. İşte o zaman bu eşyada Cenâb-ı Hakk'ın varlığı görünür.

ALLAH'ın Zat nuruna ulaşınca, hakikatte küfür yok derler. Bunun sözünü söylerlerde özünden haberleri olmaz. Hakikate ulaşan kimseye bütün eşya mir’attır. Ümmisi, suf-lisi, ne olursa olsun affeder. Çirkin bir cisim olsa bile onun için mir’at olmuştur. Tarikatın son makamıdır.

Her eşya cisim sahipleri. Canlı veya cansız. Hepsi bir ev-rad, zikir olmuştur.

       Kâmile her eşya olmuştur evrad

       Ârif olanlara özge seyrandır

Arifler için de bu eşya mirattır. Bir hakikatı gösterir.

Niyazı Mısrî demiş ki:

       Âlem kamu bir yüz durur

       Gören onu hayran imiş

İşte bu nimetleri ALLAH bizim için halketmiştir. Ama sa’yımıza bırakmıştır. Gezme ile, tozma ile, yeme ile, içme ile elde edilmez.

Hikmet-i ilâhi, Cenâb-ı Hakk’ın cilveleri. Zahir var, batın var. Batını bilmeyenler hep zahire hükmeder. Hikmeti an-layamazlar, bilemezler, bulamazlar.

Onun için İbrahim Hakkı Hazretleri:

“Sakın münkir olma, bâtını-zahir” yani batını zahiri in-kâr etme.

Zahir nedir? Şeriat. Batın nedir? Hakikat.

       Olmak istersen bu yolda mahir

       Harabat ehline hor bakma zakir

       Defineye malîk virâneler var

Evet ALLAH'a şükür. Çok şükür, bin şükür. ALLAH nimetimizin münkiri etmesin. Her nimetin daha büyüğü vardır. Küçükleri ile aldatmasın.

Bizim için evvel şeriattır. Şeriat ise kitaba, sünnete, ALLAH'a ve Resûlullah'a inanmaktır. “Lâ ilâhe illallah” hepsinin içe-risinde.

“Lâ ilâhe ilallah, Muhammedün Resûlullah” Bunsuz ol-maz. Fakat bununla da olmuyor. Eğer şeriatı var tarikatı yoksa, bilmiştir, bulamamıştır. E, ne olur? İlim-amel ile cenneti kazanır. Eğer ilim-amel varlığı varsa, cennetin pence-resinden bile baktırmazlar. Çünkü çok âlimler çok âbidler ilimlerinden dolayı, amellerinden dolayı helâk olmuşlardır.