G.B.3/10 Sabır ilmin başıdır

“Sabır ilmin başıdır.”

Dünyada korku duymayanın ahirette korkusu vardır.

Kabir azabı, kıyametin dehşetleri, vahşetleri, cehennem azabı. Ve daha çok korkular bizi ne yapar? Bütün kötülüklerden geri alır. Günahlardan ve isyan etmekten alıkoyar.

Bir korkuda vardır ki: İnsan fakir olacağından korkar, hasta olacağından korkar, cabbâr birisinden korkar, düş-mandan korkar. Afat-ı semâviye’den, malından, canından korkar. Korkuyor ve ALLAH imtihan ediyor.

“Korku ile imtihan ederiz. Mallarının, canlarının, sevenlerinin azalması ile de imtihan ederiz.”

Mal ne ile azalıyor? Zararla.

Mal ne ile artıyor, kârla. Zarar da ALLAH'tan geliyor. ALLAH onunla da imtihan ediyor. Demek ki kâr gelince de müslüman sevinmesin onu da ALLAH'tan bilsin.

Sevenlerin azalması. Meselâ, bir ziraatçi tohum ekiyor, tarlasını sürüyor. Mahsül alacağı zaman ALLAH ona bir a-fat veriyor, mahsül alamıyor. Onunla da imtihan etmiş olu-yor.

Bir de canlarının azalması. Bu ne demek? Herkesin bir tane canı var. İki tane değil ki. Haneden bir kimsenin, azalması ile imtihan ediyor. Onlardan bir tanesi ölürse, hane halkı azalır. Haktır. Onunla da imtihan ediyor.

Bu olay ölene haktır. Kalanlara müsibettir. Onun için pey-gamber efendimiz bağırarak, çırpınarak ağlamayı yasaklamış, fakat oğlunu kendisi yıkamış. Yıkarken gözlerinden yaş gelmiş. 7 yaşında imiş Hz. İbrahim. Demişler ki:

-“Ya Resûlullah. Sen bizi ağlamaktan men ettin. Ama sen de ağladın.”

-“Ben sizi ağlamaktan men etmedim. Aşırılıktan men ettim” demiş.

Yumuşak kalpten, merhametli olanın kalbinden yaş ge-lir, yüreği katı olanın gözünden yaş gelmez. Cenâb-ı Hak buyuruyor.

“Sabrederlerse bizim onlara ikramımız olacak.”

Demek ki: Bir evde ölü de olsa, bağırmak, çağırmak ya-saktır. İslâmda o da yasaktır.

Nakşibendi Efendimiz zamanında, başka bir meşayih ve-fat etmiş. Bir müridi ile beraber o meşayihin cenazesinde bulunmuş. Bakmış ki çok ağlıyorlar, bağırıyorlar. Meşayihte müthiş bir azabı varmış. Onun o halini mübarek görüyor. Nakşibendi Efendimiz o yanındaki müridine demiş ki:

-“Ben ölünce ölümün nasıl olduğunu size gösteririm. Siz-de sakın bunlar gibi yapmayın. Sakın bunlar gibi yapma-yın.” Bu mürid bu sözü aklına koymuş. Küpe etmiş, kula-ğına takmış.

Müberek hastalığında gelenlerin hepsi ile konuşuyor. Ne-şeli, keyifli, herkese ayrı ayrı iltifatlarda bulunuyor. İki tane Alaaddin isimli müridi varmış. Birisi Alaaddîn Attar da-madı, diğeri Alaaddîn Gücdivâni. Alaaddin Gücdivâni'ye “Âlâ” dermiş. Bu gelmiş hastalığında.

ÂLÂ demiş.

-“Sofrayı indir. Taam ye.” O da indiriyor, bir iki lokma alıyor. O mübareğin hastalığından zaten isteğim yok. Em-rine muhalefet etmedim. İki lokma aldım. Kaldırdım. Yine bir gözünü açtı.

-“Alâ, sofrayı indir. Taam ye” dedi.

-Yine gözlerini yumdu. Bir iki lokma aldım, kaldırdım. Üçüncü defa yine açtı.

-“Alâ. Sofrayı indir. Taam ye. Taamı iyi yemek lazım. İşi de iyi işlemek lazım” demiş. İşte orada vefatı da olmuş. Mübareğin.

Önceden beri “size nasıl ölüneceğini göstereceğim” dediği müridi bakıyor ki: Ellerini kaldırmış dua ederek, süzülerek ruhunu teslim ediyor. İşte bunu göstermiş bunlara.

-“Ben ölünce ölüm nasıl oluyor? Size gösteririm. Siz de bunlar gibi çılgınlık yapmayın.”

İnsanın evinden ölü çıkınca üzülür. Kedisi, köpeği bile öl-se üzüntü duyuyor. Ölen kimsenin, annesi, babası hepsi acı duyuyorlar. ALLAH onları da imtihan ediyor.

“Canlarının azalması ile de imtihan ederim.”

“Sabrederlerse bizim onlara ikramımız olacak.”

Sabretmek nedir? Bağırmamak. Çağırmamak vs.

Eğer susmazsa imtihanı veremiyor.

Salih Baba buyurmuş ki:

       Bu kesret âlemin seyrân eyledim

       Sabırdan bir büyük kâr bulamadım

       Gezdim çâr-kûşeyi devrân eyledim

       Sabırdan bir büyük kâr bulamadım

Çünkü sabır herşeyi kolaylaştırır. İnsanları her nimete ulaştırır. Sabır, her kötülükten uzaklaştırır. Her kötülüğü ko-laylaştırır. İnsanlar her nimete sabırla ulaşır. Sabır nedir, ALLAH'tan gelenlere razı olmak, şikayetçi olmamak.

       Rızâya inkiyâd eyle otur sabrın otağında

       Sabırdan bil garaz her bir belâya hâmil olmaktır

Eşeddü’l-belâ var ya Cenâb-ı Hak bunu dünyada iken ve-riyor. Müslümanlara veriyor. Kâfirlere değil, kaçsak ta kurtulamayız. Sabredersek kârımız var.

İnkıyâd eyle: Boyun eğ. Razı ol.

Hâmil: Taşımak. Her belâyı taşımak.

Sabır ilmin başıdır.

İlim istersen sabret, ilim sabırla değerini bulur. Sabırsız ilim maddiyata harcanır. Dünyaya harcanır. Sabrederse bir insan, kârı olur. İlmini maddiyata harcamaz. Zenginlik is-tersen kanaat et. Birde atasözü var.

“İnsanların gözünü bir avuç toprak doyurur. Başkası do-yurmaz”. Ölürse bir avuç toprak gözünü doyurur. Yoksa do-yurmaz. Ne kadar zengin olsa daha fazla zengin olmak ister. Zengin oldukça daha çok zengin olmak ister. Zengin ol-dukça daha çok zengin olmak ister. Onun için zenginlik kanaattir. Kanaat eden zengin. Kanaat etmeyen zengin de-ğil. Kanaatinde anlamı şu: Esasen bizim kaybımız da burada, kanaat edemiyoruz. ALLAH'ın verdiğine razı olmuyoruz. Burada zararımız oluyor, kayıbımız oluyor. Bu zamanda zenginler var, fakirler var. Ama fakirden fakir, fakirden daha fakir var. Fakirler müsavi değil, zengiler de müsavi değiller. Zengin, zenginden zengin. Ne zamanki insan aç, yiyeceği birşeyi yoksa fakir odur. Fakirlik açlık, çıplaklık, yiyecek bir şey bulamıyorsa, giyecek birşey bulamıyorsa, fakir odur. Böyle olmayan fakir değil. Ondan daha fakiri var. Ondan daha fakiri var. Bu zamanda öyle bir fakirde yoktur. Burada fakirlik, zevkini yerine getiremiyor, ona fakir deniliyor. Bir baksın aşağıya kendinden fakiri var, yukarı bakarsa kanaat edemez, aşağıya bakarsa kanaat eder. Kanaatın anlamıda budur. Şimdi bunlar olmuyor. İnsanlar yarıştalar, hakikaten yarıştalar. Zenginler yarıştalar. Fakirler koşmaktalar, zen-ginler birbirini geçmek istiyorlar. Fakirlerde koşarak onlara kavuşmak istiyorlar. İşte biz böyle olmayalım. Bizim cemaatimiz böyle olmasın.

Sel gibi olup giden bu insanları durduracak, ancak Ce-nâb-ı Hak'tır, ALLAH'tır. Ama tabii ALLAH herşeyi sebeplerle halkediyor. Sel gibi nereye gidiyorlar? İsrafa gidiyorlar. İs-rafdan kurtaramıyorlar kendilerini.

İslâm'da israfta haram.

Zevkte HARAM'dır. Zevke dalmış gidiyorlar. Kim bunlar? Zevk sahibi olanlar. Zenginler de var. Fakirin derdi de zevke dalamıyor da, odur.

İSRAF  Zenginde de var. Fakirde de var.

Yenilen, giyilen bir şey atılırsa israftır. Kullanılıyorsa israf değildir. Elbise temiz olsun, yamalı olsun.

İslâm'da seçilerek yenilmez. Yenilecek birşeyin eğrisi, yamuğu olur, hamı olur, olgun değildir. Ufağı var, irisi var. Ama kötü değildir hastır. Alıyor meyvayı seçiyor. Atıyor, ye-meği pişiriyor, yarısını yiyor, yarısını götürüp çöpe döküyor, israf bunlar.

Dikkat edin! İSRAF'tan sakının. Bizim en ziyade kaybımız odur. Meyvayı önümüze getirince ufağını, berelisini önce yi-yelim. İrileri kalırsa onları sonra yersiniz atmazsınız. Çatlağı olur, bir yerde eziği olur. Hani çürümemiş. Bunlar atılmaz. Renksizde olabiliyor, yamukta oluyor, bunları atmayın. Ye-mek yerkende ekmeğin ufak parçalarını ye, büyüğünü kal-dır. İki-üç tabak yemek geldi, hepsini bulaştırma, bir tanesini ye doy. Diğerlerini artık yapıp atma. Tabakta yemek bı-rakma. Tabağın dibini sıyırmak sünnettir. Mübarek Şeyh Efendimiz yaşlandı, sofraya eğilemiyordu. Parmağını ıslata-rak ekmek kırıntılarını parmağı ile alırdı.

Devlet Su İşlerinde muhasip  birisi vardı. Erzurum'da oturuyordu. Sabah kahvaltısında, kahvaltı yaparken dökülen ekmekleri hemen topluyordu. Yakın zamanda zengin oldu. 3-5 sene içinde zengin oldu.

Cenâb-ı Hakk'ın emridir.

“Ben kuluma vermiş olduğum nimetin kıymetini bilirse artırırım.”

Yenen birşey, yenilen birşey kıymeti bilinirse ALLAH artı-rır.

“Bilmezse elinden alırım.”

Çünkü nimete hürmet var. İnsan nimetinin münkiri ol-mayacak. Bizde fikir, zikir, şükür var. Madem ki bu yola gir-dik. Yolumuz Tarikattır.

Tarikat: ALLAH'a giden yoldur. Öyle ise bu yolda nasıl yürüyeceğiz, bu yolda nasıl gideceğiz, nasıl bitireceğiz, şü-kür, fikir, zikirle.

Şükür nedir? Bütün nimetlere şükretmesi lazım. Maddî ve manevî nimetlere şükredecek.

Maddî nimetler: Yenilenler, giyilenler.

Manevî nimetler: İmanı-ameli, nimetin kıymetini bil-mek, şükretmek şükretmezse, nimetin münkiri oluyor.

FİKİR'de, insanları doğru yoldan ALLAH yolundan kay-dırmaz. Tarik-i müstakîm. Sağlam bir yol. Kitap, sünnet. Yol nedir? İnsanın yaşadığı ömür, onun yolculuğudur. Kitabı sünneti yaşamak için bir de fikir var. Eğer her sözünü dü-şünmeden konuşursa kitaba-sünnete aykırı olan odur. Ni-çin? Çünkü şeytan bize vesvese veriyor ya. Şeytan aklımıza getiriyor. Birde nefsin arzuları var. Gayrimeşru olan arzular ALLAH'ın yasakları. Onları nefis istiyor. İstediği içinde işliyor.

Meşru olan arzular, ALLAH'ın emri hududunda olan ar-zular. Birde melek halk etmiş Cenâb-ı Hak insanlar için. Bu melekler iki tane. Birisi sağ omuzunda, diğeri sol omuzunda. Sağ omuzundaki melek onun hayırlarını, güzel işlerini, gü-zel sözlerini, güzel amellerini yazıyor. Sol omuzundaki çirkin sözlerini, çirkin işlerini ve günahlarını yazıyor. İnsan bunlara inanmazsa müslüman olamaz, inanmak Amentü’nün altı şartı.

1-ALLAH'a inanmak (Amentübillah)

2-Meleklere inanmak (Ve melaiketihi)

3-Kitaplara inanmak (Ve kütübihi)

ALLAH'a inandık, ama nasıl inandık? Kitap inmeseydi, ALLAH'ı bilmezdik. Kitabı kim getirdi? Melek getirdi. İşte bizim için yararlıları, zararlıları ALLAH kitabında bildirmiş. O kitapta bildirmiş. Her insanın iki tane muhafaza melekleri var. İnsanın en ufak günahı dahi olsa yazılır. En ufak hayırı dahi olsa deftere yazılır. Kim yazıyor? Büyük küçük bütün hayırları sağ melek yazıyor.

İşte bir insan konuşmaya başlıyacağı zaman düşünecek. Neyi düşünecek? Söyliyeceği söz şeytandan mıdır, Rahmân-dan mıdır?

Söyliyeceği söz garazlı söyleniyorsa şeytandandır. Kendi menfaati için söylüyorsa yine şeytandandır.

Konuşacağı söz kendi menfaati değil, halkın menfaati içinse, halka zarar vermiyorsa, o zaman söylesin. Kimseye zarar vermiyorsa, o işi işlesin. Buna fikir, tefekkür etmek diyoruz. Bu şekilde hareket edersek doğru yoldan kaymayız.

Bir de zikir vardır ki; ALLAH'ı hiç unutmamak. Daima zikir yapmak. Tabii ki biz şimdi öyle değiliz. Ama bulunursak oluruz. Say eden ALLAH'ın fazl-ı tevfikine ulaşır. İnsanlar ALLAH'a zikirle yaklaşırlar. Ne zaman ki insan, yerken, içerken, alırken, verirken ALLAH'ı unutmaz; o zaman ALLAH'a ulaşmış olur.

“Fezkurallahe zikren kesîra”

Cenâb-ı Hak:

“Beni çok zikredin” demiş. Mübtedi de bir rakam vardır. Şu kadar zikir yapmış diye. Her şey say'a bağlı SAY'sız olmuyor. Yalnız birşey var ki SAY ile elde edilmez. Oda ancak insanlar kendi varlığından kurtulunca olur. Amelinden, il-minden hepsinden geçecek. Fakat geçtim demesi de onda varlık oluyor. Kazandım demesi onda varlık olur. Kazan-dığından da geçtim demesi varlık olur. Onun için matlub azamettedir, sayısız olmaz.

Matlub: İnsanın isteğidir. Ama bu istek dünyevî istekler değil. Nefsin istekleri değil. Nefsin isteklerine insan ulaşır.

Cenâb-ı Hak: “Talebenâ, vecedenâ” (İste vereyim). Dün-ya isteklerini elde etmek için çalışmak, çabalamak. Ama her çalışan çabalıyor isteğine arzusuna ulaşamıyor. Fakat bir arzu var insanlarda, insan onu bilse, ona çabalasa, onu elde edecek. Bu da nedir?

“İlmi dileyene veririm. Malı dilediğime veririm.”

Çok insanlar zengin olmak istiyorlar. Ama hepsi olamı-yorlar. Ama çok insanlar. İlim tahsil isterlerse yaparlar. Peki niye yapamıyorlar? Kaçıyor, isteği yok. Yani okul yarıda iken okuldan kaçıyor. Kaçmak istek midir? Değil. İstek: Kaçma-maktır. Ama zenginlikten hiç kimse kaçmıyor. Ama zengin olamıyorlar. Fakat ilimden kaçmıyanlar ilim sahibi olurlar.

Kâr, zarar ALLAH'tan. İki esnafı düşünelim. Eşit sermaye ile başlıyorlar. İkiside aynı işi yapıyorlar. Birisi zengin olu-yor, birisi de kaybediyor. Tabii birine ALLAH kâr veriyor, di-ğerine zarar veriyor. Kârla artıyor, zararla azalıyor.

“Vebil kaderi, hayrihi ve şerrihi” emri fermanı da.

Kâr, zenginlik hayıra, fakirlikte şerre. Fakirlik şer görünür insana, ama ALLAH'tan geliyor. Her ikiside insana AL-LAH'tan geliyor.

İşte zikrimiz çok olacak. Sayımız olacak, iki adımdan biri-sinde ALLAH'ı unuttuğumuz zaman, orda nedamet duyaca-ğız, pişmanlık duyacağız. Onun kendimize büyük bir kusur, büyük bir zarar olduğunu bileceğiz ki ondan kurtulalım. Bi-zim ki, gafletimizin büyük bir zarar olduğunu bileceğiz. Bundan kaçacağız

Bu da nedir? Bütün ihvanlar şikâyetçi. Biz söylüyoruz, ama anlamıyorlar. Niye şikâyetçi?

“Vebil kaderi, hayrihi ve şerrihi” fermanını anlıyamıyo-ruz. Bir taraftan da ALLAH için farz olan cihatı, yani cihat yapmasını bilemiyorlar. Bugün yine kaç tanesi söyledi. Bir bunaltıdan bahsediyorlar. Kuru bunaltıdan şikayetçiler. Bu-nun üç sebebi olabilir.

1-Evham olabilir.

2-Cin alameti olabilir.

3-Bir de eğer hakikaten tarikata girmiş yaşıyorsa KABZ hâli olabilir. Müridde kabz hâli, bast hâli oluyor. Mürid hâl sahibi, makam sahibi değil ki. Ne zaman makam sahibi olursa, kabz halinden kurtulur. Hâl ise gelip giden iradesinin dışında olan birşeyler. Mürid hâli, fikri, ameli ile terakki eder. Fiiliyatı, ameli iradesine bağlanmış. Hâl, iradenin dı-şında. Hâl, ise istemiyerekten onun üzerine gelen şeyler, sı-kıntılar, bunaltılar, her türlü şeyler geliyor. İşte bu KABZ ha-lidir. Ondan kurtulmak için ALLAH'a yalvaracağız. CİHAT farzdır. Kabz hâli nedir? ALLAH'ı unutması veya rabıtasını unutması. Birden aklına gelir. Eyvah ben ne yaptım? Der, kendinde büyük bir zarar ve kusur gibi görür yalvarırsa azaltır, birden bıçak gibi kesip atamaz, azaltır. Kabz hâlinin gelmesi nedir? Müridin korkuya düşmesi. Havf ise, korku ise insanda takvalıktır. Havfa düşen ALLAH'a çok sığınır. AL-LAH istiyor, bunu. Bast hâlinin gelmesinde ise müridin şük-retmesi. Her ikiside zikir oluyor. ALLAH'ı unutmuyor. Şük-rediyor ALLAH'ı unutmuyor.

Öyle çalışalım ki zikrin kesirini elde edelim. Çok zikretmeyi kazanalım.

ALLAH hepinizden razı olsun.

ALLAH gafillerden etmesin.

ALLAH gaflete düşürmesin.

Gafil kim?

Gafil ALLAH'ı unutan.

Gafil günah işliyen.

Gafil günahı, haramı seçmeyen.

Gafil hayırı-şerri seçmeyen.

Birde var ki ayıklara karşı, bizde gafiliz.

Zikirinde en hülâsası kalpten ALLAH'ı unutmamak.

Bir kimse evinden çıkıp bir yere gidecek. Yola çıkmadan hesaplıyacak, on dakikalık bu yolda, kendisine belirli yerler tesbit edecek. Meselâ elektrik direği, süper market, otobüs durağı. İşte o belli yerlere kadar ALLAH diyeceğim. Her yüz metrede belli bir nokta var.

Adımlarını attıkça ALLAH ALLAH diyeceğim. Bunlarda çok büyük yarar var. İnsan gafleti atmak için direnecek. Onda bir ayıklık meydana gelecek. Bu seferde ALLAH'ı unutamaz. Zikir gayreti onda alışkanlık oluşturur.

Marifet ALLAH'ı unutmamak.