Olduğunuz gibi görünün Göründüğünüz gibi olun

       “Olduğunuz gibi görünün.

      Göründüğünüz gibi olun.”

Dünyayı çok seversek yediğimiz içtiğimiz nâr oluyor.

       Ne çok yedin bu zehirli gıdâyı

       Erenler elinden iç bir bâdeyi

       Ta’mir et öteyi yık bu odayı

       Harâb et kalmasın taş üstünde taş

Ey dünyayı çok seven insan. Çok seviyorsun dünyayı. A-melin yok, günahın çok. Helâl-haram bilmiyorsun. Dünyayı çok sevenleri dünya zehirler.

EREN: Yetişen, ulaşan. Neye yetişeceğiz, neye ulaşacağız? ALLAH'a yetişmeye çalışacağız. ALLAH'a ermek için. AL-LAH'a yaklaşmak için geldik biz dünyaya. Yaklaşınca ne olur? Çok mutlu oluruz. Yaklaşmazsak ne olur? Ebedî ka-ranlıkta kalırız. Çok darlıklarda, mihnetlerde, karanlıklarda kalırız. Şimdiden çaresini düşünmek lazım.

Burada oturuyorsun. Şu dağın başında kıymetli birşey var. O gelmiyor buraya sen gidip alacaksın. Dağın başı. Bu-nun için tırmanacaksın. Biraz dinleneceksin. Az bir zahmete katlanırsan ebedî onunla beraber kalırsın. Eğer “ben oraya çıkamam, tırmanamam” dersen, ebedî bir perişanlığa dü-şersin. Dünya da mü’minin, ahiret te mü’minin. Dünyaya gelmiş ki, ahireti kazanmak için.  Ahireti kazanamazsa eğer, dünyası da yok oldu gitti. Kur'ân-ı Kerîm'de ne buyuruyor:

“Onların gözleri kör, onların dilleri lâl, onların kulakları sağır.”

Her köyün bir merkezi vardır. Merkezden ilçelere ve köy-lere yollar vardır. Bir kimse köyünden merkeze gidecek bir yakın yol olduğu halde o yolu bilmiyorsa veya dağın etrafını dolanarak ulaşacak veya dağı delmiş olsa dolaşmayacak.

       Varlık dağını delmeyen

       Ağlar iken gülmeyen

       Şeyhini Hak bilmeyen

İşte senin nimetin dağın arkasında. Dağı delemiyorsun ki geçesin. Koca dağı dolanacaksın. Sen delemiyorsun ama bir delen var. Bu delen kimdir? Evliyaullahtır.

       Varlığım dağını deldi  açtı vuslat râhını

       …

       Dost göründü her taraftan aynıma Leylâ gibi

Dosttan manâ ALLAH, varlığı dağdır. Dağdan bir yer açılırsa, hem görünür. Hem de gider alır. ALLAH ile kendisi arasında benliğidir. Sen bu benliği kaldıramazsın. Bir mür-şide teslim et ki kaldırsın. Onun için Nakşiler en kısa yoldan ALLAH'a gidecektir.

Annemiz babamız bizi dünyaya getirmeden önce arş-ı alâda idik. Ulvî âlemden geldik.

Ey yükseklerin yükseği bizi mahrum eyleme:

       Madem ki cân sendedir

       Cürüm isyan bendedir

Bu cân sende olduğu müddetçe ben cürüm, isyan işliyorum. Ama senin lütfun artıktır.

       Benim günahım çoktur

       Haddi hesabı yoktur

       Senin lütfun artıktır

       Bizi mahrum eyleme

Şu anda ders alanların içerisinde “ben günah işlemedim” diyenler varsa tevbe etsinler. “Tövbe Yâ Rabbi çok günah iş-lemişim. Bilerek bilmeyerek. Affet Yâ Rabbi.”

Bu günahtan kurtulmak için boy abdesti alacağız. Boy abdestini halis bir niyetle, günahlardan temizlenmek için alırsınız.

Akşam evinizde, evinizin halkı büyük-küçük kimse kal-maz. Herkes yatar. Sizin de her işiniz biter. Yatmaya sıra gelince, günahlardan temizlenmek için, boy abdesti alır-sınız. Su dökdükçe azalarınızdan, “günahlarınız siyah ça-mur akıyor gibi akıyor” niyeti ile boy abdestinizi alırsınız. Konuşmadan iki rekat namaz kılarsınız. “Niyet ettim AL-LAH rızası için tövbe namazı kılmaya” iki rekatlı sünneti kılar gibi kılın. Sabah namazının sünnetini hatırınıza getirin. Veya öğlen namazının son sünneti gibi kılarsınız. Selâm verdikten sonra kıbleden hiç ayrılmazsınız. Duâ yeri-ne yirmibeş defa Estağfirullah okursunuz. Gözleriniz yumuk olarak. Gözlerinizi açmadan beş tane Fatiha okursunuz. Öğ-renenler öğrendikleri gibi Fatihaların teker teker hiybesini yaparlar. Öğrenemeyenler de toplu hiybe yaparlar. Çünkü bazı insanlar tez ezberliyor. Bazısı ezberliyemiyor. Ama beş Fatiha hiybesi kolay ezberlenemiyor. Zaman istiyor. Beş Fa-tiha beş makama hiybe edilmiyor. Bir Fatiha üç-dört makama hiybe ediliyor. 20-25 makam ediyor. O'da zaman istiyor. Öğrenenler öğrendikleri gibi bağış yaparlar. Öğrenemeyenler toplu bağış yaparlar.

-“Yâ Rabbi, bizim bu okumuş olduğumuz Fatihalardan hasıl olan sevabı, Bizim bu günahkârın ismi ABDÜRRAHİM (Abdurrahman değil) ABDÜRRAHİM nereye nasıl hiybe edi-yorsa, ben de oraya öylece hiybe ettim.” Dersiniz. Fakat Fati-haların makamlarını öğrenmeye çalışın. Çünkü hergün günlük derslerimizin başında da okunacak.

Evet. Bundan sonra hayalî bir rabıta yapacaksınız. Şeyh Efendimizi hayal edeceksiniz.

Uzun boylu, beyaz sakallı, nur yüzlü bir ZAT. İsmi Musa Dede. Karşımızda, kaşlarımızın hizasında bir altın kürsü üzerine oturmuş. Siz de önüne diz çöküp oturmuşunuz. Ben nasıl size tarikatı tarif ettimse o da size tarikatı tarif ediyor. Dinliyorsunuz. Şimdi bizi gördünüz. Dinlediniz ama Şeyh Efendimiz uzun boylu, beyaz sakallı. Yalnız o beyaz görüntüdür. İnsan görmediği birşeyi hayal edemez. O zaman biz de hayalinize gelecek olursak “Şeyh Efendimiz bu surette gö-rünüyor” diye düşünürsünüz. Hiç farketmez.

Hayali Rabıtayı da yaptıktan sonra konuşmadan yatar-sınız. Uyuyana kadar konuşmazsınız. Uyuduğunuz zaman tamam. Bu amel bir defa işleniyor. Tarikatımıza girmiş olu yorsunuz. Anlıyabildiniz mi? Şimdi bir daha tekrarlıyorum:

Biz Nakşibendi tarikatındanız Nakşibendi Tarikatının Halidî kolundanız. Halidî kolunda boy abdesti var. Boy ab-desti almadan tarikata girilmiyor. Boy abdesti alınmadan ders tazelenmiyor.

1-Boy abdesti

2-Konuşmadan iki rekat namaz kılarsınız. “Niyet ettim ALLAH rızası için tövbe namazı kılmaya.” Sabah namazının sünneti nasıl kılınıyorsa öyle kılarsınız.

3-Hiçbir duâ okumadan duâ yerine kıbleden ayrılmadan yirmibeş defa istiğfar okuyacaksınız. Beş Fatiha okuyacak-sınız. Bilenler teker teker, öğrenemeyenler toplu bağış yapa-cak.

4-Şeyh Efendimizi hayal edip, gözlerinizi açmadan ko-nuşmadan yatıp uyumak.

Uyandıktan sonra serbestsiniz.

Siz bu ameli yaptınız, uyudunuz. Evde çocuk vardı, on dakika sonra uyandı. Ağladı, uyandınız veya kuş öttü. Veya araba geçti uyandınız. Serbestsiniz. Burası tamam şimdi.

Bir de şunu ifade edeyim. Burada küçük çocuklar var. Namaz farz olmamışsa boy abdesti almazlar. Onların dersleri (100) istiğfar, 3 Fatiha bir de RABITA.

Onların haricinde bu ders alanların içerisinde öğrenciler varsa onlar da bin (1000) ders yaparlar. Fazla yapmazlar. Diğerleri binden başlar ama beş bine alışa alışa çıkar.

Yeni ders alanlar böyle.

Tazeleyenlerde beş bine çıkmamışlarsa çıksınlar. Taze-leyenler içerisinde önceden beş bin yapıyor. Fazla yapmak istiyor o da boy abdestinden, tövbe namazından sonra yedi bin yapar. Yedi bin yapanda fazla yapacağım diyorsa dokuz bin yapar.

Talebenin haricinde herkes beş bine çıkacak. Talebe okulu bitirdikten sonra o da beş bine çıkar. Kimseye danış-madan beş bine çıkarsınız. Bu bir kolaylık olsun. Çünkü ilk başlangıçta beş bin dersi kırk dakika sürüyor. Bu da size çetin gelebilir. Bin ders onbeş dakikayı geçmez. Bin ders ile hem dersinizi yükseltirsiniz, hem de alışırsınız.

“Habibim! Seni sevmeyen beni sevemez. Seni bilmeyen beni bilemez.”

“Habibim! Seni gören beni görür, Seni göremeyen beni göremez.”

Hz. Ali Efendimiz ne demiş?

-“Görmediğim ALLAH'a ben secde yapmam.”

ALLAH:

“Görünmeyen de benim. Görünen de benim” buyuruyor.

İlimden maksat ALLAH'ı bilmektir.

Bir de ALLAH'ı bulmaktır.

Bilmek başka. Bulmak başkadır.

Sen birşeyi duymuşsun işitmişsin. Nerede? Almanya'da. Nerede İstanbul'da. O İstanbul'daki duyduğun, işittiğin bu-raya gelmiyor. Sen gideceksin oraya. Gidersin oraya, bilmiş olduğun şeyin kapısına ulaşırsın. Kapı kilitli, kapı açılmazsa sen o içerdekini elde edemezsin. ALLAH'ı ilme’l-yakîn bilenler biliyorlar. Mesafe bırakıyorlar. Ayne’l-yakîn bilenler yak-laşıyor. Hakke’l-yakîn bilenler birleşiyor. Bir insan ALLAH'ı hakkel yakın biliyorsa.

       * Bilen bilinende yok oluyor.

       * Bilinen bilende var oluyor.

Evliyaullahlar için Hak gizli değil. Bizler için gizlidir.

Tarikatta şartlar var: Müşahede, murakabe, muvazene. Bunlar olmazsa tarikatı anlamış, yaşamış değildir.

Şeriat ta böyledir.

Müşahede, murakabe, muvazene. Şeriattaki müşahede: ALLAH'a inanmak. İnanmak var. Göremiyor. Ama tarikatta hem inanır, hem de görür. Tarikatta müritte hâl tecelli edin-ce kendi gördüğünün şahidi olur. Yani gaipte görünmeyen ALLAH'a, görüyormuş gibi inanıyor ve yine göremiyor. Mü-şahedesi, ne zamanki iradesinden kurtulursa inanıp ta göre-mediğine kendisi şahit olur, görür.

Tarikattaki müşahede:Görür. ALLAH her yerde hazır ve nazır. Benim her hareketimden ALLAH haberdar. ALLAH'a karşı çirkin hareketi niçin yapayım? Çirkin sözü niçin söyle-yeyim?

Zaten müptediden müntehiye geçiyorsa inandığına şahit oluyor.

Yüz sene içerisinde bir büyük alim geliyor ya. Müceddid. İşte Mevlâna, bu yüz senede bir gelen alim.

Yüz sene içerisinde Mevlâna gibi bir alim gelmemiş. On-dan sonra da gelen olmamış. Belki evvelinde var, ama Mev-lâna'dan sonra Mevlâna gibi bir alim gelmemiş.

Şemsi Tebrizi İran'dan gelmiş, Mevlâna'yı irşat etmiş. Na-sıl irşat etmiş? Mevlâna'nın aklını almış, iradesini almış, onu çocuk gibi etmiş. Yatırmış, kaldırmış, koşturmuş, hep günahları işliyormuş gibi göstermiş. Halkın gözünden dü-şürmüş. Aslında günah işlememiş ama, öyle göstermiş.

Bunlar hakikat olan şeyler. Kur'ân'da geçer. Süleyman Peygamber BELKIS'ın köşkünü bir göz çırpmada getirdi.

BELKIS kim? Bir ülke melikesi çok zengin bir ülkenin pa-dişahı. Öyle bir ülkenin padişahı ki, Süleyman Aleyhisselâm defalarca dünyada gezmiş, dolanmış, bu şehre, bu ülkeye rastlamamış. Ama HÜDHÜD isminde bir kuş varmış. Bu kuş onun habercisi. Her kuşa bir görev veriyor. HÜDHÜD'e de hergün görev veriyor. Bu kuş çok ufak, çok hareketli. Böyle dalgalı uçar. İnsan ne kadar onu avlamak istese, ona bir türlü isabet ettiremezmiş, dalgalı uçtuğu için. Çok ta yola dayanıklı bir kuş, çok ta akıllı. Hergün ona görev veriyor. Yapmam demek yok.

HÜDHÜD! Şu istikamete kadar git bana gelince haber ver.

Boş dönmezmiş. Uzun yola, açlığa, susuzluğa dayandığı için bulana kadar gidermiş. Dönünce mutlaka haber verirmiş. Birgün Süleyman Aleyhisselâm kuşları yine huzurunda topluyor. Bakıyor, HÜDHÜD'ü göremiyor. Görev verecek.

-“Nerede HÜDHÜD?”

-“Yok.”

Aramışlar yok. Sormuşlar yok, yok, yok. Mübarek celâllanmış:

-“Niye vazifesinde ihmal gösterdi? Nereye gitti? Bu bizden izinsiz gitti. Eğer bir hayırlı haber getirirse affederim” diyor.

HÜDHÜD'de bu uzun ayrılığın kendisine bir suç olduğu-nu anlıyor. Diyor ki, ben bu suç ile gidersem benim başımı koparacak.

Daha karşısına çıkar çıkmaz.

-“Sultanım sana bir hayırlı haber getiriyorum” diyor.

Mübarek:

-“Gel kurtuldun, gel kurtuldun.” diyor.

Geliyor ve BELKIS'ı o haber veriyor. Çok zengin bir ülke. Fakat ateşe tapıyorlar, mecusî. Askeri de çok saygı gösteri-yormuş. O da çok akıllı bir kız. Çok verimli bir memleket, halkı zengin. Ama padişahları kız. Süleyman Aleyhisselâm bu sefer O’na mektup yazıyor. Mektup Kur'ân'da var. BEL-KIS'ı davet ediyor İslâm'a. BELKIS akıllı bir kız, akıllı bir in-san, İslâm'ı kabul ediyor. Ama milletine güvenemiyor, hal-kından korkuyor. Halkına diyor ki:

-“Bakın mektup gelmiş. Bizi dine davet ediyor. Biz bu dini kabul edelim mi? Yoksa savaş mı açalım?”

-“Hayır!” diyorlar.

-“Ama bu çok kuvvetli bir peygamber. Nerelere gittiyse fethetti. Bunlarla savaşacak gücümüz yok. Kırılmak istemi-yorsanız biz bu dini kabul edelim.”

Neyse mektubun cevabını yazıyorlar. Minnet etmeseler de anlaşmak istiyorlar. Bir de Süleyman Aleyhisselâm'a he-diye gönderiyorlar. Altın külçe gönderiyorlar. Parayla arayı düzeltmek istiyorlar.

Cebrail geliyor.

Belkıs'ın hediyesini çürütmek için. Süleyman Aleyhisse-lâm emrediyor. Cinleri harekete getiriyor. Altınları, hazine-leri ufalayıp getiriyorlar. Altınları eritip kerpiç döküyorlar.

Külçeyi getiren utancından hediyeyi çıkarıp veremiyor. O sırada hepsi huzurdalar.

Diyor ki onları teslim almadan önce:

-“BELKIS'ın köşkünü kim buraya getirecek?”

Cinler:

-“Ben getiririm, ben getiririm” diyor. Çok hareketliler.

Birisi diyor “Bir saatte getiririm.” Öbürü diyor “yarım saatte getiririm.”

On dakikada, bir dakikada… Birisi de diyor ki:

-“Sen yerinden inip oturana kadar getiririm.”

Buna razı oluyor Süleyman Peygamber. Yerinden inmek istiyor. Veziri sağ tarafında imiş. Elini dizine koyuyor.

-“Sultanım zahmet çekme. Gözünü çırp” diyor. Gözünü yumum açtığında bakıyor ki BELKIS'ın köşkü gelmiş oraya.

Şimdi zahir ulema buna inanmamazlık edemez. Diyorlar ki:

BELKIS ALLAH'ın sevgili kulu idi. ALLAH orada yok etti, burada halk etti, amenna. ALLAH âlîmdir. Ama burada öy-le değil.

Eliyle getirmiştir, elini uzatıp alıp getirmiştir. İşte Cenâb-ı Hak “O velî kullarının uzanan eli benim elimdir” buyuru-yor.

Evet.

Bizde de silsile-i şerif okunduğu zaman bütün o şeyh efen-dilerimizin revhaniyetleri buraya teşrif eder. Onların ruhları gelir. Ruhlarından da istimdat talep edin. Ne gibi çetin iş-leriniz varsa zahirde, batında, kolaylaşması için. Günahla-rımızın affı, noksanlarımızın tamamlanması için. Zarardan, ziyandan, kazadan, tehlikeden korunmak için, Onların duâ-ları bize bir kalkandır. Bize siperdir onların duâları, himmetleri. Fakat biz de himmet dileyeceğiz. İstemeden olmaz.

ALLAH'a şükür biz inanmışız.

“Eşhedü enlâ ilâhe illallah! Ve eşhedü enne Muham-meden abdühü ve resûluhü.”

Dilimiz söylüyor. Ama laklakayı lisanda kalmasın, kalbe insin.

Münafık olmayalım. Münafık ne demek? İnanmış görü-nüyor. Ama inanmamış. Münafıklığın üç alameti var.

Cenâb-ı Hak:

“Olduğunuz gibi görünün. Göründüğünüz gibi olun,” buyuruyor.

Zahirde müslüman görünüyor. Ama göründüğü gibi değil.

Olduğu gibi de görünemiyor. Münafıkların üç alameti var. Peygamber Efendimiz vakt-i saadette münafıklardan çok söz edermiş. Bütün sahabe dinliyor. Cemaat devamlı olarak sohbete katılıyor. Ama kimin münafık olduğu bilinmiyor. Sahabeleri düşünceden kurtarmak için buyurmuş ki: Münafığın üç alameti var: O sıfatta olanlar bilirler.

1-Kim emanete hıyanetlik ediyorsa. Bir emanet bırakmış-sınız, muhafaza etmiyor. Kirletiyor, paslandırıyor.

2-Verdiği sözden dönüyorsa.

3-Yalan söylüyor. Yalanına inandırmak için bir de yemin ediyorsa.

“Bir de münafıklara sabah namazı ile yatsı namazı çetin gelir.” Buyurmuştur.

Münafık olmaktan kurtulmak istiyorsanız, sabah namaz-larını kaçırmayın. Sohbet etmek, muhabbet etmek çok güzel. Hergün yaparsın, yaparsın. Sohbette süre uzayıpta yatınca sabah namazına kalkamazsan, gece boyunca yapmış oldu-ğun sohbet, yapmış olduğun ibadet sabah namazını ödemez. Demek ki kâr işleyeyim derken zarar işliyor.

Yoldan gelmiş olur, yorgundur yatınca uyanamaz. Arada tek-tük olabilir. Her zaman her zaman gereken vakitte yatmayıpta sabah namazına kalkmamak. Bundan korkun, bundan kaçının. Öyle ise erken yatıp erken kalkmak efdal. Geceler kısa. Bekleyip te kılıp yatıyorum deseniz bile uygun olanı vaktinde kılmak.

İbadetlerin en efdâli.

1-Anneye babaya yapılan itaat ile

2-Vaktinde eda edilen namaz.

Demek ki insanlar gece sohbet etse de yatsı namazının süresini uzatsa olmaz. Yatsı namazını vaktinde kılsın. Soh-betine devam etsin.

İmam-ı Azam ne yaparmış? Mübarek hiç gece yatmaz-mış. Yatsı abdesti ile sabah namazını kılarmış. Sende böyle yapabiliyorsan eğer çok güzel. Nur üstüne nur. Aksi halde, bütün geceyi uykusuz geçirsen kıymeti yok. Bir sabah nama-zını ödemez.

Evet ihvanlar! Biz bunun farkındayız, bu sohbet size. Geç vakte kadar sohbet yapıyorsunuz. Sabah namazını kaçırı-yorsunuz.

Sonra gece yarısına kadar lanet yağarmış. Gece yarı-sından sonra nûr inermiş. Onu da ayık olanlar alırmış.

Gece yarısından sonra yatıp ta kalkmak. Koyun tabiatlı olur insan.

Gecenin yarısına kadar yatmayıp ta, yarısından sonra yatmak köpek tabiatlı.

Köpek gece boyunca yatmaz, uyumaz. Sabah ezanı okunacağı zaman yatar uyur.

Ama koyun öyle değil, erkenden uyur, sabah uyanır.