“Salih evlat, sadaka-i cariyedir.”
“Şeriatı muhafaza eden tarikattır.“
Hoş geldiniz, safa geldiniz. Feyiz getirdiniz. ALLAH'a şü-kür, çok şükür. ALLAH taklidimizi tahkike çevirsin.
Amelimiz tarikatta ve şeriatta görmüş olduğumuz hiz-metler.
Şeriat ALLAH'ın emirleri, yasakları; Kur'an, Sünnet.
Tarikat ta aynısı, gayrısı değil. Şeriat-tarikat birdir. Birbi-rine merbudiyeti vardır. Ayrı ayrı değil. Biz ruhumuzun nasıl olduğunu bilemiyoruz. Ruhumuzun esrârını, sırrını bilemi-yoruz. Cesedi dolandıran ruh çıkınca, ceset yok olup gidiyor. Öyle ise bileceksiniz ki, şeriat ceset, tarikat ruhtur.
Cenâb-ı Hak “Kur'ân'ı insanlara indirdik” buyuruyor. “Peygamberi de insanlara gönderdik.” Kur'an'ı Peygamberi tanımayan insan vahşi hayvandır. Âmentü’nün şartların-dan birisi de öldükten sonra dirileceğiz. Dirilince ne olacak? Haşir, neşir var. Dünya âleminde ne yemiş? Neden yemiş? Nasıl yemiş? Ne harcamış? Nasıl kazanmış? Ne içmiş? Ne-rede gezmiş? Ameli nedir? Bunların hesabı görülecek. Bu hesaplar bittikten sonra, insanlar iki zümreye ayrılacak, ce-hennemliklere vesika verilecek. Onları cehenneme. Diğerle-rine de verilecek onlarda cennete ayrılacak. Ayet bunlar. Ce-hennem çok azaplı bir yer. Cennet ise çok safâlı bir yer. Sonu yok, ilelebet yaşayacak.
İnsan kıymetini nasıl bulur? İnsan velayet sahibi olur. İnsanlardan seçilmiş olur. Velî olur, velî olması için ne ile se-çilecek. Şeriatı, tarikatı olacak, tarikatı olmazsa avamdır. emsali mislidir. Ne zaman ki tarikatı olursa emsali misillü değil.
İnsanlardan ileri geçer. İnsanlar seçilir.
Velî demek: ALLAH'ın varlığını taşıyan bir insandır.
ALLAH'tan gelen ruh ALLAH'a ulaşınca ALLAH'ın iradesi bizde tecelli ediyor. Bizim irademiz ALLAH'ın iradesine karışıyor. ALLAH'ın aklı bizde tecelli ediyor. Kim bunlar? Velîler ve nebiler.
Hz. Musa Kelîmullah Tevrat sahibi. Âzim bir peygamber iken bilmediği bir ilmi Hızır Aleyhisselâmdan gitti öğrendi. Hızır Aleyhisselâm da bir velî. Nebi değil. Aslında Hızır A-leyhisselâm ab-ı hayat içmiş, çok yaşamış. Her gelen nebi-nin kitabına uyması mecburiyeti var.
ALLAH'ın kanunları değişiyor ya? Hızır Aleyhisselâm ha-yattadır. Onun da ameli vardır. Öyle ise Kur'ân'dan evvel ne vardı? İncil. İncille amel ediyordu. Her gelen kitaba uy-muştur. Ve her gelen nebiye hizmet görmüştür. Zahirde Ce-nâb-ı Hak ne buyurdu?
-“Ya Kelîmim o ilimden sen bir harf bilmiyorsun.” Niye böyle buyurdu Cenâb-ı Hak? Çünkü ona sordular.
-“Ya Kelîmullah senden daha alim kimse var mı?” diye. Onun verdiği cevap:
-“Hayır benden alim kimse yok” oldu. Haklı cevap verdi. Soranlar da haklı. Niçin? Burada anlaşılmayan bir sır var.
ALLAH kanununu değiştiriyor. İnen kitaplar ALLAH'ın kanunlarıdır.
Çünkü Tevrat indi. Suhufların hükmünü kaldırdı. Suhuf İbrahim Aleyhisselâm'a inen on suhuftu. Yüz suhuf dört peygambere inmiş.
Evvelâ on suhuf Hz. Adem'e inmiş. O onunla amel etmiş. ALLAH ona emirlerini öyle bildirmiş.
Şit Aleyhisselam'a 50 suhuf inmiş. Hz. Adem'e (Babasına) inen on suhufun hükmü kalkmış.
Oldu altmış suhuf. Otuz suhufta İdris Aleyhisselâm'a indi oldu doksan. En son on suhuf İbrahim Aleyhisselâm'a inmiş. Suhuflar tamam oldu. Onun ki devam etmiş. Büyük kitap-lardan Tevrat inince o da kalktı. Böylece ona “Ya Kelîmullah senden daha alim kimse var mı?” Diye sormak haklı idi. Ni-çin? Ondan önce gelen peygamberler vardı. Hz. Musa Kelî-mullah Şuayib Aleyhisselâm'dan gitti asayı aldı. Asa cennetten gelmişti. Hz. Adem'le beraber cennetten gelmişti. Bu asa Peygamberlerden birbirlerine emanet vererek, vererek, saklıya, saklıya Şuayib Aleyhisselâm'dan Hz. Musa'nın eline kadar geldi. Şarktan garbe hükmeden Firavun’u o asa ile yendi, asanın marifeti ile. Böyle olduğu halde “Benden baş-ka alim yok” dediği için ALLAH'ın hoşuna gitmedi.
ALLAH'ın karşısına varlıkla çıkılmıyor.
Biz İbrahim milletindeniz. Peygamber Efendimizin de ceddi. Peygamber Efendimizden sonra ALLAH'ın indinde en çok sevilen Halil İbrahim Aleyhisselâm’dır. ALLAH-u Teâla ona “DOSTUM” dedi.
“DOSTUM İBRAHİM” demiştir. Onun büyük ameli misa-firseverlikmiş. Misafir gelirse yemek yer, içermiş. Misafir gel-mezse, yemek yemezmiş. Bu nedenden üç gün üstüste oruç tutmuş. Sonra da gönlüne gelmiş. “Benim gibi oruç tutan var mı?” diye buda ALLAH'ın hoşuna gelmemiş. Ona hikmetlerini göstermiş.
ALLAH'u Teala: Hz. Musa'yı Hızır Aleyhisselâm'a gönderdi. Ondan ledünnî ilmini öğretti. Tasavvuf ilmi budur. ALLAH kullarına kalbinden doğdurur. Cenâb-ı Hak vasıta-sız bildiriyor.
Peygamberlere vasıtalı bildirmiştir. Meleğin gelmesi va-sıtadır. Ama evliyaullahın böyle bir delili yoktur. Evliyaul-lah'ın delili nedir? Kuds-i hadisinde buyuruyor ki, Cenâb-ı Hak:
“O veli kulumun konuşan dili benim dilim, O veli kulumun gören gözü benim gözüm, O veli kulumun işiten kulağı benim kulağım, O veli kulumun uzanan eli benim elim, O veli kulumun düşünen aklı benim aklım.”
İşte delil bu Hadis-i Kudsiler. Şüphe götürmez. Ayet kadar geçerlidir. Ayete inandığımız kadar ona inanacağız.
Nebilerde nübüvvet ve velayet vardır.
Velîlerde sadece velayet vardır.
Tasavvuf kitaplarında “velayet nübüvvetten büyüktür” deniliyor. Buradaki büyüklük bir peygamberin nübüvveti-nin velâyeti büyüklüğü anlamındadır. Zahirde şüphesiz delil olan nübüvvetidir.
Zahirde Cebrail Kur'an-ı Kerim'i getirdi. Ama, Peygamber Efendimiz, Cebrail gelmezden de Cenâb-ı Hak ile görüşürmüş, konuşurmuş. Doksan bin kelâmı konuşmadı mı ALLAH ile? Mirac’ta Cebrail yok. Cebrail kaldı aşağılarda. Ama Cebrail den sonra Peygamber Efendimiz yedi vasıta ile daha gitti. O vasıtaların hepsinin bir kalacak yeri vardı. Kaldı. Sonra Pey-gamber Efendimiz ALLAH ile başbaşa kaldı. Mevlid-i Şerifte geçiyor.
Gel habibim sana aşık olmuşam
Cümle halkı sana bende kılmışam
Evet. Peygamberlerimizde velâyet var, Nübüvvet var. Pey-gamberlerimizin velâyetleri nübüvvetlerinden büyüktür. Yoksa bir velînin velayeti nübüvvetten büyük olamaz. Bir nebinin milyonlarca ümmeti olmuş.
Milyonlarca velîsi olmuş. Ümmet-i Muhammedin velîsi hesap edilir mi? Sayısını ALLAH bilir. Bunlar nerden almıştır gücü, nübüvvetten almışlar. Nasıl bir velî nübüvvetten (Ne-biden) büyük olabilir?
Hz. Musa bilmediği bir ilmi Hızır Aleyhisselâm'dan gitti, öğrendi. Onun yanına bir general'in yanına gider gibi gitti.
Hızır Aleyhisselâm'ın yanına gittiği vakit sanki bir er gibi yakasını, paçasını toplayarak gitmiş, ondan müsaade al-madan da ona selâm vermemiş.
Süleyman Aleyhisselâm'da: Bütün inse cinse, bütün mü-kevvenata, ne kadar canlı varsa, hatta cansızlarıda, rüzgârları da ALLAH onun emrine vermiş. Denizde, karada, havada, ne kadar varsa hepsini onun emrine vermiş, Melekler hariç. Öyle iken Belkıs'ın köşkünü kendisi getirmiyor. “Kim getirecek onu?” diyor. Uzak yerden gelecek.
Cinler var, ALLAH onları o kadar hareketli yaratmış ki, öyle bir maharet vermiş ki, ama bir evliya cinden daha ma-haretli oluyor. Cinlerden peygamber gelmemiş, cinlerden velî yoktur. Mürşitler cinlerin de mürşidi oluyor. Mürşitler var ki mürşid-i sakaleyn. Nasıl ki Peygamber Efendimiz in-sin, cinsin peygamberi idi, zamanın gavsı ve Kutbu’l-Aktabı olan velîler, mürşid-i sakaleyn olurlar. Çünkü onlar her asırda bir tane oluyorlar. Yeryüzünde bir milyon velî olsa, GAVS bir tanedir. KUTBU’L-AKTAB bir tanedir. Kutbu’l-irşad değil. Bunlar mürşid-i sakaleyn olurlar. Bugün insanlar içe-risinde seçilmiş olanlar, velî olanlar cinlerden daha da ma-haretlidir. Daha da marifetlidir. Cinlere de ALLAH öyle ma-haret halketmiş ki onlar göz çırpmada şarktan garbe gidi-yorlar, şimşek çakar gibi. Sonra bir tane adamın, bir milyon adamın yapamadığını bir cin yapar. Fakat bir insanın ulaş-tığı maharet onları da geçiyor. Meleği de geçiyor. Melekten de üstün oluyor. Ama velî olan bir insan için durum böyle. Çünkü velî olan kimsenin ruhu terakki etmiştir. ALLAH'tan gelen ruh ALLAH'ın ZAT'ına ulaşmıştır. Öyle ise o gücünü ALLAH'tan alıyor. Cine vermiş olduğu gücü, meleklere ver-diği gücü, o insana veriyor. Böylece o insan hepsinden üstün oluyor. Evet bunlara inanmak lazım insanlar için.
Şeriat, tarikat, hakikat, marifet var, insanlar için.
Nakşibendi Efendimizin ve büyük zatların, şimdiki velî-lerde de var mıdır? Vardır. Ama şimdi gizlenmiş, emir yok. Onlar da ki yetki alınmıştır. Tarikatın sahibi de Peygamber Efendimiz, şeriatın sahibi de Peygamber efendimiz. Ama şeriatı da muhafaza eden tarikattır, velîlerdir.
Olardır şehr-i ilmin pâsubânı
Şeriat ilminin bekçisi de onlardır, diyor. Meselâ; İncil niye o kadar tahribata uğramış? Onlar da velî az imiş. İncilde velî az imiş. Hz. İsa'ya oniki kişi inanmış. Bunları da asacaklarmış, onlar da dağılmışlar, hepsi bir tarafa gitmişler. Gizli gizli neşredebilmişler, onun için tahribata uğramış.
Ta ki, Kur'ân gelmeden evvel, Peygamber Efendimiz gel-meden evvel, İncil tahribata uğramıştı. İncil'e göre amel etmiyorlardı. İncil'i kendilerine uydurmuşlardı. Ama onların içerisinde hakikaten İncil'i yaşayanlar vardı. Onlar azınlıkta ve gizli idiler.
Meselâ: Ashab-ı Kehf deniliyor. Bu kadar söyleniyor. Bu kadar ziyaretçiler gidiyor. Orada Peygamber de var. DAL-YAN Aleyhisselâm, Peygamberdir. Tarsus'un arkasında, ka-biri de orada mevcut. Fakat ondan hiç insanlar bahsetmi-yorlar. Ziyaretçiler Tarsus'a gidiyorlar. Ashab-ı Kehfi ziyaret ediyorlar da, duymadıkları için onu ziyaret etmiyorlar. Dal-yan Aleyhisselâm Peygamber. Ashab-ı Kehf ise Ben-i İsrail'in velîlerinden. Niye bu böyle olmuş? Onlar küfrün şiddetinde, küfrün baskısında inançlarını yaşamışlar. Gizli gizli yaşa-mışlar. O yönden terakki etmişler, velî olmuşlar. Duyulmuş bilinmiş “Halkı teşvik ediyorlar. İrşad ediyorlar.” diye, bunları öldürmek istemişler. Dağdaki mağaraya tepeden inmiş-ler. ALLAH'ın halkiyeti orada, ALLAH onlara uyku vermiş, uyumuşlar 200 sene uyumuşlar, çürümemişler, Cenâb-ı Hak ne buyuruyor?
“Biz onları sağdan sola çevirdik, soldan sağa. Daima ha-reket ettirdik ki, çürümesinler diye.” Bu arada onları takip eden köpek var, kelp. ALLAH onlara da aynı muameleyi yapıyor. O Kelp te dirilecek. Halbuki insandan ve cinden başka dirilecek hiçbir mahluk olmayacak. Ama o ebedi cennette yaşayacak. ALLAH'ın cilveleri. Bunlar Cenâb-ı Hakkın hikmetleri. Burada bizim anlayacağımız ne olacak? Velînin peşine takılan bir kıtmiri (köpeği) Cenâb-ı Hak cennette ya-şatacak.
Gelelim şimdi; Nuh Aleyhisselâm Ulu’l-âzim bir peygamber. İnsanların ikinci babasıdır. Onun oğlu da ebedi cehennemde kalacak, yanacak. Niçin?
Çünkü o babasına tabi olmadı. Hatta babası onu kurtarmak için gemiyi sürdü kurtaramadı, boğuldu. Binmiyor ki gemisine, kaçıyor. Acıdı tabii, evlat.
-“Yarabbi sen benim ehlimi suya garketmeyecektin?” diyor.
Cenâb-ı Hak'tan tenkid duydu.
-“Ya Nuh! O senin oğlun ama ehlin değil. Senin ehlin sana inanıp gemiye binenler.”
Bakınız Ulu’l-âzim bir peygamberin oğlu ehli olmuyor ve cehennemde yanıyor. Bir kıtmir de bir velîye takılıp giderse onu da ALLAH cennette yaşatıyor.
ALLAH bizi insan olarak halk etmiş. İnsan olduğumuzu bilelim. İnsanlık şerefine layık olalım. Bakın şimdi!
Bir altın var, kıymetli. Onun da çeşitleri var. Mücevherat çok çeşitli çeşitli. Hepsinin aslı nedir? Topraktan alınmıştır. Bunlar taştan, topraktan ayırt ediliyor, aslı o. Bir de kömür var, onun da aslı toprak. Demek ki bu insanların maddesi toprak olduğu için, bu ceset cehenneme gider yanarsa kö-mür olur. Cennete giderse mücevherat oluyor. Cenâb-ı Hak dünyayı da insanlarla ziynetlendirmiş. Cenneti de insanlarla ziynetlendirecek, süsleyecek. Kelâm-ı Kibar:
Sen olmuşken kamu halkın emiri
Yeter oldun bu dünyanın esiri
Diyor ki: Sen bütün mahlukatın amirisin, üstünüsün. Ni-çin bu dünyaya esir oldun? Dünyaya esir olanlar ne du-yarlar? Kıymetlerini kaybediyorlar. Dünyaya esir olanlar kimler? Dünyayı çok sevip günah bilmeyenler, sevap bil-meyenler. Ameli yok, günahı çok. Hepsi dünyanın esiri. Bir kelam da var ki:
Latîf-i âlemin ara gör duracak yer mi bura
Çok kıymetli, kibar bir alem var senin için. Orayı iste. Bu süfli âleme niye takılıp kalıyorsun sen? Evet.
Şeriat, tarikat yoldur varana
Hakikat, marifet ondan içerü
Şeriat cesetle, tarikat ruh iledir. Tarikat olmazsa ruh te-rakki edemez. Şeriat insanı bir noktaya kadar götürür. O da nedir? Hayvanî sıfattan beşeri sıfata getirir. Cehennemden kurtarır. Cennete götürür.
Şeriat nedir? ALLAH'ın emirleri. ALLAH'ın yasakları. Ce-nâb-ı Hak buyuruyor ki:
Biz Kur'ân'ı dağlara arzettik, yüklenemediler. Dağlara ver-dik te dağlar almadılar. Biz taşıyamayız dediler. İnsanlar yüklendi Kur'ân'ı.” Kur'ân ALLAH'ın emri. Dağlara ALLAH'ın bir emri var mı? Onlar için bir ibadet var mı, yasak var mı? Yok. Demek ki, bu insan ALLAH'ın emrini yerine getirirse dağlardan da güçlü. Dağlardan da kıymetli, dağlardan da büyük. Onun için.
Salih Baba ne buyurmuş:
Himmetü’r-ricâl sende
Taklîü’l-cibâl sende
Erenlerin himmeti dağları yerinden kaldırır. Savurur yok eder. Onun için buyurmuş:
Yek nazar eylese Arifi-billah
Aslı kemhâreyi mücevher eyler
Bu da onun kelamı. Arif-i billah. ALLAH'tan ayık olanlar. ALLAH'tan ayık nasıl olur? ALLAH'ı unutmamak.
Bil şeriat emrü nehyi bilmek imiş ey gönül
Hem tarîkat râh-ı Hakk’a gelmek imiş ey gönül
Marifet Hak ile meşgul olmak imiş ey gönül
Şeriat: Emri, nehyi bilmek.
Tarikat: ALLAH yoluna girmek.
Şeriat ta ALLAH yolu ama, tarikat emniyetli bir yol. O-rada hiç tehlike yok. O yola giren sapa sağlam çıkar. Hiç bir tüyüne hata gelmeden merciine ulaşır. ALLAH'tan gelen ruh ALLAH'a ulaşır.
Şeriat ise emniyete alınmamıştır. O yolda soyguncular var. Vurguncular var. Şeriatta riya var. Gösteriş var. Şeriat ALLAH'ın emri. ALLAH'ın emirlerinde, namaz geliyor başta. Kur'ân-ı Kerim’de otuzaltı yerde namazı emrediyor. Cenâb-ı Hak: “Namazdan sonra, (ebeveyninize ihsanda bulunun.) annenize babanıza hizmette, ihsanda bulunun. Hürmette bulunun. İkramda bulunun” buyuruyor.
Namaz ibadetin ufku, Namaz dinin direği, Namaz mü’minin miracı.
Bu binanın kolonları olmasa bu bina durur mu? Dur-maz. Namaz olmazsa insanın dini çöker. Zaten başta na-maz geliyor. Kelâm-ı Kibârda buyurmuş:
Riyâ ile olan amel seni nârdan halas etmez
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Namaz kılanlar Veyl deresinde azap görecek.” Böyle bir ayet var.
Niye, namaz dinin direği oluyor da ondan. Namaz kılanlar niye azap görüyorlar ki?
ALLAH öyle buyuruyor. Çünkü bir amel var. Bir de itikat var. İtikatsız ameller böyledir. Demek ki onu bir alet edinmiş, sanat edinmiş. Veyahutta onu bir menfaata yöneltmiş. Onunla insanları kandırıyor. Namaz kılarak kendisini müslüman gösteriyor.
Kötü malını iyi satmak için. Malını fazlaya satsın. Veya gösteriyor ki; bir makam mevki versinler ona. Veya insanlar onu sevsin diye, onlarla geçinmek için. Onlardan yararlanmak için ne yapıyor? Namaz kılıyor. Böyleleri münafık olu yorlar. Bu münafıklık vakt-i saadet’te de varmış. Kıyamete kadar da devam eder. Münafık olup namaz kılanlar “Veyl deresinde azap görecekler” buyuruyor Cenâb-ı Hak.
İki ayet var. Namazla ilgili. Bunlar birbirinin tam tersi. Birisinde buyuruyor ki:
“Namaz insanları her bir münkirattan geri alır.”
Birinde de buyuruyor ki:
“Namaz insanları hiçbir kötülükten geri almaz.”
Demek ki, şeriat ALLAH'ın emri. Burada da namaz başta geliyor. Öyle ise namaz kılan bir kimse, oruç tutan bir kimse, kendisini ibadette gösteren bir kimse, eğer itikatı yoksa cehennemde yanacak. Çünkü o emniyetsiz yola girmiş. Bir de namazına riyâ katıyor. Bu nedir? Her zaman kılmıyor da, bazan kılıyor, bazan kılmıyor. Kendi başına kaldığı zaman, veya zevke, safaya gitmiş, oraya dalmış namazını kılmıyor. Gelmiş, dört tane müslümanın içerisinde onlarla beraber namaz kılıyor. Veyahutta sadece cumadan cumaya gidiyor. Veya 24 saat içerisinde bir vakti de camide kılmıyor. Bunlar nedir? Riyâ budur. Böyle namaz insanı kurtarmaz. Bir de namazı ona varlık oluyorsa, ALLAH'ın karşısına varlıkla çıkılmaz.
Bir insanın tarikatı var da namaz kılmıyor mu? Bir in-sanın tarikatı var da beş vakit namazdan fazla namaz mı kılıyor? Eksik namaz mı kılıyor? Yok. Orucu fazla mı tutu-yor? Yok. Eksik mi tutuyor? Hayır. Yalnız nafile ibadetler var-dır. Nafile ibadetleri tarikatı olmayan da işleyebilir. Cenâb-ı Hak:
“Kulum bana nafile ibadetle yaklaşır” buyuruyor.
Tarikatı olmayanlar nafile ibadetler yaparlar. Fakat on-ların nafile ibadetleri kendiliklerinden olduğu için, emir hu-dudunda olmadığı için onlara riya karışır. Onlara şeytan el atar. Onlar amel varlığına düşer. Amel varlığından kurtulamazlar. Amelinden dolayı kendisini insandan üstün görür. Halbuki Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:
“Her kim ki ALLAH için alçalırsa, biz onu yükseltiriz” bu-yuruyor:
Öyle ise amel, ilim, insanı alçak gönüllü yapmalıdır. A-mel, ilim insanı yükseltiyorsa, zararlıdır. Yararlı değildir, kurtaramaz. Hadiste var:
“Kişi ameli ile cennete giremez.” Ancak:
“ALLAH'ın fazl-ı keremi ve kişinin mertliği kişiyi cennete sokar.”
ALLAH'ın fazl-ı keremi. Kimlere? Mertlere, cömertlere. Fa-kat sadece elinden üç kuruş Ahmed'e vermişsin, beş kuruş Mehmed'e vermişsin. Yok, yol yaptırmışsın, cami yaptırmış-sın. Bunlar değil mertlik. Amelde de mertlik vardır. Canda da mertlik vardır. Vücudunda, bedeninde de mertlik vardır. Bedeninden de mertlik edecek. Mert aslında nefsini yenen-dir.
Merdin bir anlamı, malından, kendinden veren.
Merdin bir anlamı da güçlü olmak, esas mert güçlü olan-dır. Güçlü olansa nefsini yenendir.
Kahraman olanlar hasmını bastı
Kemenkeş olanlar yayını astı
Senin ilmin, amelin var. Ama hiç ilmi ameli olmayanın ayaklarının altına, onun seviyesine inebiliyor musun? Onun ayaklarının altına yüzünü koyabiliyor musun? Koyacaksın! Alçalmak bu demek.
Firak-ı yâr ile ahu enin ol.
Ayaklar altında zîr u zemîn ol
Toprak ol. Çığnesinler seni. Ayaklar kimde? İnsanlarda. Ayaklar altında toprak ol çiğnen. Ama ilim insanı alçaltmaz, yükseltir. Tasavvuf ilmi insanı alçaltır, alçaltır. Zahirde alçaltır, manada yükseltir. Onun cesedi alçaldıkça, ruhu yükselir. Bir insanın cismi zahiren yükseldikçe, manen al-çalır. Çünkü ALLAH'ın emri böyle.
“Kim ki tekebbür, kibir sahibi olursa biz onu hakir, yoksul ederiz.” buyuruyor Cenâb-ı Hak.
İşte Kelâm-ı Kibar'daki;
Yâr: ALLAH. Firak: ALLAH'tan ayrılmış gelmiş ruh. Senin ruhun ALLAH'a aşıktır. ALLAH'tan başka bir şey istemez. Ne dünya ister, ne mal ister. Ne de evlat ister. Bunları nefis isti yor. Ahireti de nefis istiyor. Cenneti de nefis istiyor. Ruh bunların hiçbirini istemez. Ancak ALLAH'a aşıktır. ALLAH'ın cemâlini görmek ister. Ama ALLAH'ın cemâlini kimler gö-rürler? Dünyadan geçecek, ahiretten geçecek, cânından ge-çecek ki, cânânı bulsun. Terk-i cân olmayan cânânı bulamaz. ALLAH'ın emri de böyledir zaten.
Onun için terk-i dünya olması lâzım. Malı çok olsun, ma-lının olmaması değil. Malı olsun ama emir hududunda ol-sun. İbadeti ile beraber olsun. Bu malı haram yerlerden ya-sak yerlerden kazanmasın. Yasak yerlere harcamasın. Gön-lüne girmesin, sevmesin. Malının çobanı olsun. Malının ço-banı olduğunu bilirse, o malı ALLAH için harcar, ALLAH için kazanır. Bu ne demektir?
Bir ağa vardır. Bir sürü koyunu olur. 200, 300, 500 neyse bir çoban tutar. O mal kimin oluyor? Ağanın oluyor. Çoban ne yapıyor? O sürüyü muhafaza ediyor. Ama sürü kendinin olsa bir tanesini istiyenlere vermez. Ağa dese ki “Ahmed'e on tane koyun ver.” Çoban “vermem” diyemez ki. Mehmed'e de “beş tane getir keselim” dese çoban bunu vermemezlik ya-par mı? Yapamaz.
Öyle ise kişi malının çobanı olduğunu bilirse ALLAH için kazanır. ALLAH için harcar.
Bu mal sende emanettir
İşin daim hiyanettir
Kamu nefse siyanettir
Ne çok sevdin bu boş hanı
Bu haneden mânâ bu dünyadır. Görünen cisimlerin hep-si. Bunlar hep masivadır. Bunlar yok olup gidecekler. Bun-lara niçin aldanıp kalıyorsun? Dünyayı sevdiğin için alda-nıyorsun. Bunlar suret. Gözüne çok güzel görünür. Ama bunlar seni aldatıyor. Bu emanetlere de hiyanetlik ediyorsun. Bunlar neler?
Elin, dilin, gözün, kulağın, ayağın, kalbin. Dünya sevginden dolayı bunlara hiyanet ediyorsun.
Halbuki emanete hiyanetlik günah-ı kebâir, büyük gü-nahtır. İnsan cehennemden kurtulamaz. Gözümüzle her ya-sağa baktıkça günah-ı kebâir. Bu dilimizle her yasağı ko-nuştukça günah işliyoruz. Ayağımızla yasak yerlere gitti-ğimiz zaman yasak işliyoruz. Her yasağa elimizi uzattığımız zaman yasak işliyoruz. Bize emanet olan kalbimizde kötü şeyleri düşünüyorsak, orayı kirletiyoruz. Kalbimiz ALLAH'ın evi. Siz evinizi kirletip oturabilir misiniz? O halde kalbimize de ALLAH'tan başka düşünceler koymayacağız, emaneti ko-ruyacağız. ALLAH Kur'ân göndermiş. Kur'ân'a sımsıkı sa-rılmamız lazım.
Cenâb-ı Hak: “Biz insanı çok kıymetli halk ettik.” buyuruyor.
Ama hangi insan? Şeriatı, tarikatı, hakikatı, marifeti olan insan.
Tarikata şeriatla ulaşılıyor. Şeriatsız tarikata ulaşılamaz. Şeriatta eksikliği varsa tarikatı yok demektir. Şeriat tamam olacak ki tarikata geçebilsin. Tarikat şeriatın üzerinde. Tari-katı da anlayıp yaşayacak ki hakikate geçebilsin. Tarikatı yaşayabilmek için: Güzel ahlak sahibi olacak. Güzel amel sahibi olacak. İnsanlara yararlı, faydalı oluyor. Çünkü şeriat ALLAH'ın emri, ALLAH diyor ki:
“İnsanlara zararlı olmayın. İnsanlara yararlı olun. İnsanları sevin. İnsanları sayın. İnsanları çetinlikten kurtarın. Elinizle, dilinizle, malınızla onlara yardımda bulunun.”
79 ahlak-ı zemime nefsin sıfatlarıdır. Nefsin sıfatlarından kurtulamazsan, sen de ahlak-ı hamide yok. Kötü ahlaklar var. Nefis denen bu mahluk münkirdir. Rabbısına münkirlik yapar. Bu nefis Rabbısının bütün nimetlerini inkar eder. Bundan nasıl kurtulacağız?
79 ahlak-ı zemimesinin bir kısmı, hatta bir çoğu şeriatla gider. Bir kısmı da tarikatla gider.
Peygamber Efendimiz ahlak-ı hamideden sohbet ettiği zaman, Sıddık Ekber Efendimiz:
-“Yâ Resûlallah bu ahlak-ı hamideden ben de de var mı?” Diyor.
O da:
-“Sen de cem olmuş Yâ Ebubekir” diye buyuruyor. Ta-mamlanmış. Niye tamamlanmış? O kadar sahabenin içe-risinde ALLAH emrediyor.
-“Yanına Ebubekir'i al. Hicret et” diyor. Mağaraya bera-ber giriyorlar.
Mağarada ona zikir tarif etti.
-Yâ Yârıgârım ağzını yum. Dişini dişinin üzerine koy. Dilini üst damağına birleştir. Kalbinden “La ilahe illallah” de.”
-”Yâ Ebubekir sen de 79 ahlak-ı hamide mevcut, hepsi tamam.”
O dar zamanda, sıkıntılı zamanda düşman peşlerine gel-miş. Mağaranın ağzında gümül gümül gümülüyorlar. “Bu-raya girmiştir. Girmemiştir.” diye konuşuyorlar. O dar za-manda, ne yapmış? Ona tarikat talimi vermiş. Zikir vermiş. Mağara da vermiş.
Öyleyse “tarikat yok” diyenler nedir?
ALLAH yolunda eşkiyadır. ALLAH'ın yolunu kesiyorlar. Bırakmıyorlar ki insanlar ALLAH'a gitsin. Tarikatı inkâr kü-fürdür. Evliyaullah'ı inkâr küfürdür. Çünkü Peygamberin de velâyetini inkâr etmiş oluruz. Zaten onlar sadece peygamberin velayetine değil ki, nübüvvetine de inanmıyorlar. Va-habiler var. Bunlar yayılmışlar. Türkiye'ye de sıçramışlar.
ALLAH korusun, Cenâb-ı Hak korusun. ALLAH onların şerrinden bütün inananları korusun.
Onlar nübüvveti de inkâr ediyorlar.
ALLAH'a giden yol çok uzaktır. Şeriatla bu yol uzar. Ta-rikat ALLAH'a giden yolu kısaltır. Şeriatla bu yol bitmez. Ama şeriatsız da hiç gidilmez.
Kul ile ALLAH arasında tek bir vasıta vardır. O da meşa-yih. Çünkü ALLAH'ı sana sevdirecek odur. Seni ALLAH'a götürecek te O’dur.
Salih Baba Hazretleri öyle buyurmuş:
Salih kapında bir kuldur
Geda şahından mesuldür
Geda: Kul. Şahta: Efendisi.
Burada bir EFENDİ var ki Rabbımız.
Birde var ki Peygamber Efendimiz.
Bir Efendimiz de var ki Şeyh Efendimiz.
Mevlâm demek EFENDİM manasına gelir. ALLAH'ta E-fendimiz.
Peygamber Efendimiz de Efendimiz. Mürşidimiz de Efen-dimiz. Mürşidimizin Efendimiz olması. Peygamber Efendi-mizi mürşidimizle tanıyacağız. Onunla bileceğiz. Onunla bulacağız.
ALLAH Efendimizse, Peygamber de Efendimiz, Mürşit de Efendimiz. ALLAH'ı onunla göreceğiz. Onunla bileceğiz. O-nunla bulacağız, ALLAH'ın emri.
Habibim seni seven beni sever, Seni sevmeyen beni sevemez
Salih Baba ne buyurmuş:
Anın nûru Muhammed'den değil mi
Zuhûrâtı muhabbetten değil mi
…
Cemâlin göreni hayrân eder ol
Gönüller şehrini seyrân eder ol
Kime buyurmuş? Mürşidine.
Evliyaullah'taki nûr Peygamber Efendimiz'in nûrudur.
ALLAH Peygamber Efendimizi muhabbetinden halk etti. Bizi de O’nun nûrundan halk etti. Bizi muhabbetinden halk etti. Bizim aslımız muhabbettir. Muhabbet ALLAH'ın sevgisi. ALLAH bizi sevgisinden halk etti ise, biz O’nu niye sevmeyelim? Biz O’nu sevmezsek O’na hıyanet etmiş olmaz mıyız? Öyle ise sevilecek ALLAH'tır. Cenâb-ı Hak:
“Mallarınız, evlatlarınız sizin için fitnedir.” Buyuruyor.
ALLAH'a şükür inşaallah malımız fitne değildir. Ama ev-ladımız fitnedir. Ondan kurtaramayız. Ondan da kurtula-lım. Eğer evladımızı ALLAH için seversek, ALLAH'ı daha çok seversek, o da fitne olmaz.
(Bak, diğer sohbetlerdeki İbrahim Peygamber ve İsmail Hikayesi)
Evet, evlatlarımızı Hak için sevelim.
Hak için sevdiğimin var mı vebali
Evlat her şeyden çok sevilir. Annenin babanın evladına o kadar çok sevgisi var ki, icabında canından fazla seviyor.
Evladı ateşe atıldığı zaman babası kendisini atar. Babası, kendisini atmazsa da annesi atar. Her baba atamazmış. Ama her anne atarmış. Bunun da geçmişte bir hakikatı var ki. Cenâb-ı Hak Kur'ân'da bize bildiriyor.
Geçmişte ehl-i küfürden de dünyaya hakim olanlar ol-muşlar.
Nuhdunaz isminde bir tanesi. Çok zalimmiş. Dünyaya zulmü ile kendisini saydırmış. İnsanlara zulmediyor. En bü-yük zulmü de şu: Büyük bir alan ortasında büyük bir ateşi yakıyor. O ateşi nâr ediyor. Oranın üzerinden insanları yalın ayak geçiriyormuş. O insanların ateşten hoplamasından, zıplamasından, keyif alıyormuş. Zalim, bir seferinde insanları toplamış, oradan geçirecek. Geçenler görünüyor, sağlam çıkmıyor.
Fakat Annenin bir tanesi oğlu ile berabermiş. “Ben yana-yım oğlum kurtulsun” demiş. Memelerini kesmiş, oğlunun ayaklarının altına bağlamış, herkes yanmış, o hanım da öl-müş, oğlu kurtulmuş. Demek ki annenin şefkati babadan daha fazla oluyor. Babanın da vardır ama şefkati.
Demek bu kadar sevmiş olduğumuz evlatlarımız fitne olabiliyor bize. Ama ALLAH için olursa fitne değil tabii. ALLAH için olması için onun sade dünyasını değil, ahiretini de düşünelim. Sadece maddesini değil, maneviyatını da dü-şünelim.
Şimdi maddiyat düşünülüyor, evladı zengin olsun, tahsilli olsun başka bir şey düşünülmüyor. Biz de diyoruz ki: “Tah-sili de olsun, zengin de olsun, ameli de olsun. Ama biz tahsilini düşünürken, din ilmini de düşünsek, kültür ilmi ile zenginliğini ALLAH'a bıraksak. Cenâb-ı Hak ne dilemişse o olur. Bizim görevimiz ona din ilmini öğretmek. Bunu ya-parsak muvaffak oluruz. Ama diğerlerini yaparsak muvaffak olamayız. Zaten ehli dünya olan bunu düşünmüyor. O zaman fitne oluyor. Evet hayırlı evlattan bizim faydamız var. Bizim kurtuluşumuz var. Bizim için büyük bir ameldir. Amelsiz evlattan sen zarar göreceksin. Ameli olmayan evlat azabı gördükçe senin yakana sarılacak. “Yâ Rabbi benim hakkımı bu babamdan al. Bana öğretmemiş ki ben işleye-yim.” Eğer salih evlat ise her amel işledikçe ALLAH'tan sana mağfiret diliyor. Senin azabını kaldırıyor. Baba evlattan öyle yararlanıyor. Salih evladın varsa, ona İslamiyeti öğrettinse, o amel işledikçe sana hisse ayrılıyor. Sadaka-i cariye oluyor. Senin azabını kaldırıyor. Bunu hocalarda vaazların da söy-lerler.
Adamın bir tanesi ölmüş. Çocuğu geriye kalmış. Hatta bu çocuk, ölürken yokmuş, ana rahminde imiş. Çocuk o öldükten sonra dünyaya gelmiş. Velîler kabristandan geçerken kim azap görüyor, kim azap görmüyor, görürler. Evliyaul-lah'ın, bir tanesi oradan geçerken bakmış ki, adamın bir ta-nesi azap görüyor. Her geçtikçe fatiha okumuş. Onun aza-bını görürmüş. Bir seferinde bakmış ki azabı kalkmış. Al-lah'tan sormuş:
-“Yarabbi sen alimsin, kaadirsin. Bu ruh burada azab gö-rüyordu, azab kalkmış. Ölünün ameli olmaz. Amelsiz de azabtan kurtulunmaz. Nasıl kurtuldu?”
-“Ey benim velî kulum. Kulum isyan etti. Günahı için azap görüyordu. Fakat onun kendinden sonra bir oğlu oldu, büyüdü. Annesi onu hocaya gönderdi. Hoca ona besmeleyi, benim ismimi okuttu.
“Bismillahirrahmanirrahim”
Benim ismimi andı. Benim şanıma düşmedi ki oğlu be-nim ismimi okusun da ben onun babasına azab çektireyim. Böylece azabını kaldırdım.”
Bakın Efendiler:
Salih evlat sadakayı cariyedir. Onun için baba evlattan yararlanıyor. Evlat babadan yararlanamaz. Çünkü evladı, terbiye eden anne-babadır. Dinini imanını öğrettiği için faydalanıyor. Baba öldü gitti. Öğrettiği islamiyeti oğlu yaşı-yorsa ondan faydalanıyor. Bir de babası ona birşey öğretmemişse azabı vardır. Evlat senin yakandan sarılacak, hem de ne diyecek.
-“Yarabbi bu zalim babamdan benim hakkımı al.”
Teveccüh demek ALLAH'a yönelmek demektir. Biz de yö-neldik inşallah. Buraya bir taklid için gelmemişsinizdir in-şallah. Buraya hicvetmek için gelmişse bu neye benzer bili-yor musunuz?
Nisan yağmuru var. O yağmurun katrelerine yılan ağzını açarmış. Onun karnında zehir olurmuş. Denizdeki balık ta ağzını açarmış. Orada da kıymetli bir cevher olurmuş, “dür” isimli çok kıymetli mücevher olurmuş. Aynı yağmur. Ce-nâb-ı Hak:
“Biz insanların güzelliğine, boyuna, soyuna değil, kalple-rine nazar ederiz.” buyuruyor.
Kötü niyetle gelmişse o zehirlenir. Yağmur yılanın ağ-zında nasıl zehirlenirse o da zehirlenir. Evet eğer iyi bir ni-yetle gelmişse, bu sohbet olur. ALLAH'ın rahmeti, ALLAH'ın rahmetinden tecelli eden yağmur katreleri gibi kalbimize düşer. İyi niyetle geldinizse “dür” olur, kötü niyetle geldinizse “zehir” olur, zehirler. ALLAH inşallah evvelâ nefsimi, sonra da sizi hüsnüniyet sahibi etsin.
ALLAH iyi niyetten hüsnüniyetten ayırmasın. AMİN!