Ruhun tek bir isteği var, Allah’tan ayrılmış Allah’a ulaşmak ister

“RUHUN TEK BİR İSTEĞİ VAR, ALLAH’TAN AYRILMIŞ, ALLAH’A ULAŞMAK İSTER”

10.12.1986, KONYA

İyi emellerini, niyetlerini fiiliyata getirmezsen bile onun sevabını alıyorsun.

Kötü şeyleri fiiliyata getirmedikten sonra onun günahından bağışlanıyorsun. Cenabı Hak kullara bu kadar rahmedicidir, şerre rızası yoktur. Fakat kul kendi kendine zülüm ediyor.

Cenabı Hakkın hayra rızası var, şerre rızası yoktur; “ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi”, Burada bak;

Hak şerleri hayr eyler

Arif anı seyreyler

Zannetme ki gayr eyler

Görelim Mevla neyler

Neylerse güzel eyler

“Ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi” fermanında insan iradesine sahip olacak, cüzi iradesi vardır. Yani bir şerri işleyip de onu (benim iradem olmadan) Allah halk etti demek küfürdür. Onu dinden çıkarır, imanından çıkarır.

Cebriye mezhebi ne için küfre gitti? Cebriye mezhebi ne için batıl oldu? Onlar cüzi iradeyi hafif gördüler, veyahut da attılar. Günah işliyor, Allah işletiyor, diyor. İşte onlar ne oldular? Cebriye mezhebi batıl oldu, küfre gittiler.

İradeyi cüziye farzdır. Fakat iradeyi cüziyeyi alırsın da bu iradeyi cüziye ile sen bir hayra yönelirsin ve iradeni hayra sarf ettiğin zaman  şerle karşılaşırsın. İşte onu “ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi” fermanıyla Allahtan bileceksin.

Sonra mesela sana gelen hastalık, sana gelen zarar, sana gelen keder, sana gelen üzüntü, sana gelen korku, bunların hepsini Allahtan bileceksin. Cenabı Hak Kur’anı Kerimde buyuruyor ki “Biz kulumuzu korku ile havf ile de imtihan ederiz. Biz kulumuzu mallarının, canlarının azalmasıyla da imtihan ederiz. Bize dönüp gelecekler. Bize geldiklerinde onların büyük mükafatları var[1]”.

“Vel ba’sü ba’del mevt”, “öldükten sonra dirileceğimize” de inanacağız. Yine insan öldükten sonra dirileceğine inanmazsa Müslüman olamıyor, ehli iman sayılmıyor. Ama bu gün herkes ölüme inanıyor. Fakat herkes dirileceğine inanamıyor. Bütün Mecusisi de Hiristiyanı da, İsevisi de Musevisi de yani ne kadar batıl dinler varsa hepsi öleceğine inanıyor. Çünkü niye müşahitler, şahitler. Kim? Babası ölüyor, anası ölüyor, kardeşi, eşi, dostu akrabası ölüyor, gidiyor. Ölmeyeceğim diyemezsin ki, öleceğine inanıyor. Fakat oradaki hayata inanmıyor. Diyor ki tamam öldükten sonra insan daha dirilir mi?

Peygamber Efendimiz miraçtan sonra cennetlerden, cehennemlerden bahsetti. Cennet hayatını, yaşayanları gördü. Cehennem hayatını, yaşayanları gördü. Peygamber Efendimiz bunları sohbet ederken Ebu Cehil’in kulağına değince gitti. Ne yaptı o kâfir?

Bir çürümüş kemik aldı, insan kemiği, getirdi, avucunda ezdi, üfledi.

—Ya Muhammed bu nasıl dirilecek?

Cenabı Hak ayeti kerimeyi hemen indirdi. Çünkü o ayetlerin ne için indiklerinin, nüzullerinin sebebi var. Cenabı Hak hemen ayeti kerimeyi Cebrail’le kavuşturdu, indirtti. “Ya Habibim o kafire inanmayan kafirlere de ki, sizi yoktan var eden Allah sizi yine diriltecek[2]”.

Onlar işte öldükten sonra dirileceklerine inanmıyorlar. Onun için bu hayatı sadece maddi biliyorlar. Bu hayattan başka bir hayat bilmiyorlar.

Ama Müslüman için öyle değildir. Madem ki ahirete inanmışsa, öldükten sonra dirileceğine inanmışsa, Müslüman için yaşanacak hayat, sonsuz hayat oradır.

Dünyada da her şeyden sorulacağına inanmıştır. “miskâle zerretin hayran yera miskâle zerretin şerran yera[3]” emri fermanı var.

Sonra ahirete inanmak, öldükten sonra dirileceğine inanmak, sırat köprüsü, nizam, hesap, sual bunların hepsine inanmak, kabre inanmak, kabir azabına inanmak var. Kabri sade orada bir çukur,  eşipte adamı koydukları bir çukurdan ibaret, bilmek değil. İnanan için Peygamberimizin hadisine, Allahın kitabına kitabullah’a inanmak var.

Peygamber Efendimiz bak ne buyuruyor? “Kabir sizin için ya cennet bahçesinden bir bahçedir, ya da cehennem çukurundan bir çukurdur[4].” İkisinden biridir, başka olamaz. Her koyulan mevta için açılan çukur; “ya cennet bahçesinden bir bahçedir, ya cehennem çukurundan bir çukurdur, başka olamaz.” Oraya koyulan mevta yaşadığı hayatta, bu dünya hayatında, yaşadığı müddetçe orayı ya cehennem çukuru yapmış, ya cennet bahçesi yapmıştır.

Cehennem çukuru yapmışsa ne olur? Cennet bahçesi yapmışsa ne olur?

Cennet bahçesi yapmışsa orası öyle bir zevkli hayat ki dünyada emsali yoktur. Orada binlerce sene yatıyor da sanki bir dakika kalmış gibi gelecek. İsrafil Aleyhisselam sur’una üfleyipte insanlar dirildiği zaman hayıflanacak. Diyecek ki;

—Eyvah burası ne güzel yer diyecek, koymadılar ki biraz durayım.

Vaktin nasıl geçtiğini bilmiyor, farkına varamıyor.

Ama cehennem çukuru olursa orada da zamanları uzayacak. Belki bir dakikası bin saat kadar uzayacak.

Allah Alim, Cenabı Hak Kadir zaman içerisinde zaman halk ediyor. Cenabı Hak bin saati bir dakikaya, bin seneyi bir saniyeye getirir. Olmaz mı?

İşte Âsaf bin Belkiye (Berahyâ), Belkıs’ın köşkünü çok uzak yerden bir göz çırpmada getirdi. Belki yürümeyle, adam gücüyle gelse o köşk üç ayda mı gelecekti? Altı ayda mı gelecekti?

Ahhh. Mevlâyî, mevlâyî, meylâyî Allaha şükür, Allah bizi Müslüman halk etmiş. Hiç nimet olur mu bundan ziyade.

Cenabı Hak fırsat vere, gayret vere, azim vere de inancımızı yaşayabilsek. İnanan insanlar, inancını yaşayan insanlar ne mutlu insanlar, ne bahtiyar insanlar.

Ya bizi dalalette bıraksaydı, ehli küfür, inanmayanlardan halk etseydi. Onlarda onun kulu, onları da halk etti. Onları da dört maddeden halk etmiş bizi de dört maddeden halk etmiş. Onları da bir Hz. Adem’den halk etmiş, bizi de bir Hz. Adem’den halk etmiş.

Burada ne var ama?

Burada Cenabı Hakk’ın bir esrarı var ki bizim kalbimizde bir inanç halk etmiş. Bizim farkımız budur. Ama ne kadar farklıyız biz, çok farklıyız.

Onlar da belki hayvanlardan aşağı olur. Sa’yımızı yani gayretimizi ve irademizi doğru kullanırsak, Rabbimizi bilirsek eğer, Rabbimize itaatimizi yaparsak, Rabbimizin ihsanıyla biz meleklerden üstün olacağız inşallah.

Rabbimizin birinci ihsanı bizi Müslüman halk etmiş.

Müslüman olmamızla inancımızı yaşarsak, muhakkak ikinci ihsanı da vardır. İkinci ihsanı ne?

Ruyetullah’a mazhar olmak.  İnsanlar Ruyetullah’a mazhar olunca meleklerden o zaman üstün oluyor.

Şimdi Melekler sıfat nuruyla halk edilmiş ama sıfat nurunun dışına çıkamıyorlar. Ama insanlar bak esma nurundan geçip, sıfat nurundan geçip, Allah’ın zat nuruna ulaşıyorlar. Onun için insanlar meleklerden üstün oluyor.

Bir de süflî makama düşerse, “veye kûlül kâfir u yâ leytenî küntü turâbâ[5]” her zaman İkindi namazlarının peşinden okuyoruz, bizim amelimiz Amme suresinin son ayetinde ne buyruluyor? O azabı gördükleri zaman onlar feryat edeceklermiş. “yarabbi sen bizi toprak halk edeydin dünya aleminde toprak olaydık da bu azabı görmeyeydik” diyeceklermiş. Ama daha fayda etmeyecek ki, insanlar bir daha dünyaya gelmeyecek. Dünyaya bir defa geliyorlar, ikinci defa gelmeyecekler ki uğramış olduğu zararı bir daha ödesinler.

Cenabı Hak Kur’anı Kerimde “insanlar zarardadır[6]” buyuruyor. Bir de Cenabı Hak buyuruyor ki “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar[7]”. O zarar eden de bilmiyor. Ama bu zarar, Cenabı Hakkın “insanlar zarardadır” buyurmasında maddi zarardan bahsetmiyor. Bu manevi zarardır. İbadet yapmayanlar zarardadır. Allah’a itaat etmeyenler zarardadır.

Ne için geldi? Görevi nedir? Nereye gideceğini bilmeyenler zarardadır. Onun için bak;

Kande gelir senin yolun ya kande varır menzilin,

Yani nerden geldi senin yolun? Nereye gidiyorsun? Niye geldin?

Kande gelir senin yolun ya kande varır menzilin,

Kanden gelip gideceğin anlamayan hayvan imiş.

İmamı Azam’ın bir sohbeti vardır. Bunda insanların çok büyük bir duygusu olması gerek.

İmamı Azam mübarek çok tevazulu ve çok ibadete düşkün bir kimsedir. Kırk sene ömrü içerisinde yaz, kış, hiç bir gece asla ve asla geceleri uzanıp yatağa yatmamıştır. Sabahlara kadar bütün ibadet yapmış, namazla, ibadetle, okumakla, yazmakla geçirmiş.

Toplam elli üç de haccı vardır. Demek ki yani mükellef olup on beş yaşına girdikten hac farz olduktan sonra, hacca başlamış, hiç boş geçirmemiş, elli üç haccı var.

Zaten bugün bütün ulema İmamı Azam’ın görmüş olduğu hizmetine hayret ediyorlar ki bu kadar bir ömür içerisinde bu kadar hizmeti nasıl görebilmiş, akla sığdıramıyorlar. Buradan da onun bir ehli keşif olduğu ve büyük insan olduğu meydana çıkıyor.

Bu mübareğin talebeleri çokmuş. Talebeleri de onu çok seviyorlar. Talebeleriyle bir yere giderken bir rafizî rastlamış. Önceden beri bu rafizîler (beşinci mezhep) var ya İmamı Azam’a çok garezleri vardır, yani sevmezler. O zamandan bu zamana kadar garezlerinde devam ediyorlar. Rafizî, İmamı Azam’a demiş ki

—Ya imam dur sana bir sualim var.

Durmuş mübarek, oradan da affedersiniz bir siyah köpek geçiyormuş. Demiş;

—Ya imam senin o sakalın kılları mı hayırlıdır, bu köpeğin kılları mı daha hayırlıdır. Bana bir cevap ver.

Bunu böyle deyince orada artık ne kadar talebe varsa hücum ediyorlar. Adamı parça, pörçük edecekler. İmamı Azam talebelerin onun üzerine yürüdüğünü görünce mübarek öyle şiddetli bir emir ve heyecanla;

—Durun hakkımı helal etmem size, elinizi sürmeyin, demiş.

Talebeler donmuş kalmışlar, el sürememişler. Mübarek düşünmüş tefekkür etmiş. Tabi başını, boynunu eğmiş, gözünü yummuş. Büyüklerin tefekkürü böyledir. Başları böyle düşer sinelerine. Yumar gözlerini, belki de böyle el açar bu arada Allah’a da sığınırlar. Ondan sonra, bu tefekkürden ayıldıktan sonra cevap verirler. Ayılmış;

—Evet eğer ben Allah’a olan kulluk görevimi yaparsam, Allah benim için cennet hazırlamış orada cennete koyacak. Benim sakalımın kılları köpeğin kıllarından hayırlıdır ki köpek cennete gelmeyecek. Yok ben Allah’a isyan edersem. Allah bana ceza verecek olursa benim için ceza yeri cehennemdir, cehennemine koyacak. Köpeğin kılları benim kıllarımdan hayırlı olur ki, köpeğin azabı yok cehenneme gitmeyecek.

Mübarek böyle ifade edince rafızî düşünmüş, ayaklarına kapanmış.

—Aman Ya imam sözünde Hak, dininde Hak. Bana imanı telkin et.

Demiş ve Müslüman olmuş. Cenabı Hak buyuruyor ki; “İnsanlar ulvidir[8]”. Ulvinin manası gökleri aşar, melekleri geçersiniz. “İnsanlar süflidir[9]”. Süflinin manası o kadar aşağıya düşersiniz ki hayvanlardan aşağıya olursunuz, buyuruyor.

Niye hayvanlardan aşağı?

Çünkü hayvanların azabı olmadığı için.

İşte insanların on beş yaşından sonra mükellefiyeti var. Eğer insan o zamandan sonra aklı ve iradesini doğru kullanıyorsa yükseliyor. Eğer tersine kullanıyorsa alçalıyor. Yükselmesinde bir seviyede durmuyor, ta ki yükseliyor, yükseliyor, yükseliyor. Salih babanın buyurduğu gibi;

Himmet-i evliyâ bize yâr iken

Şâh-ı Nakşibendî ser-hünkâr iken     

Seyyid Tâhâ, Sıbgatullah var iken

"Kâbe kavseyn"e dek seyrânımız var

Ne demek?“Kabe kavseyn” kimin makamıdır?

Peygamber efendimizin makamı.

Cenabı Hak bunu Ayeti kerimeyle bildiriyor. İnsanlar için gidene oraya (o makama) kadar açıkmış.

Neyle gidiliyor oraya?

İlim ve amelle, ibadetle-itaatle.

Neyle gidiliyor oraya?

Şeriatla, tarikatla.

Neyle gidiliyor oraya?

Bir delille, bir mürşitle gidiliyor.

Bırak bu mâsivâ ile hevâyı

Pîr-i Sâmî gibi bul reh-nümâyı         

Delîl eyle O zât-ı evliyâyı      

Bu berzah âlemin geçmek dilersen

Bekâ gülşanına göçmek dilersen

İnsanlarda Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet vardır.

Şeriat Allahın emri, kitapla bildirilen.

Tarikat da Allahın emridir. Fakat Peygamber Efendimize tarikatı bir vasıtasız ilham ile bildirmiş. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki “benim öyle zamanım olur ki arş, kürs, levh, kalem benim yanımda bir zerre kalır[10]”.

Hatta Peygamber Efendimiz miracı iki yapmıştır.

Hem cismi, hem ruhî.

Cismî miracında göklere çıkmıştır.

Ruhî miracında göklere çıkmamıştır. Ruhi miracında arşı alayı, semaları, cennetleri, cehennemi hepsini kendi derununda seyretmiştir.

Murâdın teşrif mirâcdan vücûd-u âlemin gezdin

İnsanlar, kâmil insanlar, veliler de miraç yapıyorlar. Miraç yapmasalar veli olmazlar.

Cenabı Hak madem ki “biz velilerimizi yeşil kubbemizin altında gizlemişiz. Onları bizden başka kimse bilmez” Kudsi Hadisinde böyle buyuruyor. İşte bu veliler de miraç yapıyorlar. Fakat onlar cismî değil, ruhî miraç yapıyorlar. İşte Ruhî miraçla, Peygamber Efendimiz “öyle yükselirsiniz ki gökleri aşar, melekleri geçersiniz” buyuruyor.

Bu insanların ruhu nereden geldi?

Allahın zatından. Bu ruh Allahın zat nuruna ulaşıyorsa manevi miraç yapıyor. O zaman meleklerden çok üstün oluyor.

Şeriat, tarikat yoldur varana,

Hakikat, marifet ondan içeru.

Şeriatsız da olmuyor, tarikatsız da olmuyor.

Bir defa şeriatsız, tarikatlıyım  demek zındıklıktır.

İnsan tarikatsız da şeriatla bir makama kadar gidebiliyor. Nimetine olan mesafenin yarısını kat edebiliyor. Nedir bu?

Cenabı Hak bir kudsi hadiste “kulum bana nafile ibadetle yaklaşır[11]” buyuruyor.

Bu ilmiyle bilir, ameliyle yaklaşır. Ama sadece yaklaşır.

Bilen ve bilinen birleşmesi için arada bir vasıta lazım. Bir mürşide ihtiyaç vardır.

Öyle misaller veriyorlar ki her şey misallerle anlaşılır;

Madem ki var olup da, görülmeyen bir şey ne ile ifade edilir? Misallerle.

Ama ne kadar misal verilirse verilsin yine verildiği gibi değildir.

Mesela Hz. Musa Kelimullah bunun imanında bir eksiklik mi vardı ki Turi Sina da bin bir kelama konuşmaya gitti. Her yerde hazır olan Allah’la konuşabilirdi. Turi Sina onun nimetine bir vasıta oldu.

Öyle şeriat, tarikat ondan sonra hakikat.

Mesela, Allah Aşkı deniliyor, fakat insan Allah aşkını elde etmesi için Allah aşkına duçar olması için ne yapması lazım? Allah aşkı çarşıda satılmıyor, babadan anadan miras kalmıyor. İlimle, amelle de elde edilmiyor.

Bunun da bir erbabı var. Onu bulmak lazım, onu bilmek lazım.

Çünkü Cenabı Hak her maksada her nimete bir kapı tayin etmiştir. Her maksadın, her nimetin kapısını bilmek lazım.

Mesela bir insana bir kumaş lazım. Manava, bakkala gitse kumaşı bulamaz. Manifaturacı dükkanına gidecek, girecek ki kumaşı alabilsin. Manifaturacılarda da mesela bir kilo portakal veya yiyecek bir şey bulamaz.

Kainatı aydınlatan bir güneş var. O güneş perdah olduğu zaman, bulutta değil, o en sıcak aylarda, sıcağın tesirinin fazla olduğu zamanlarda bu güneş herhangi bir çaputu yakmıyor. Fakat bir kristal var. Kristali çaputun üzerine tuttuğunda, kristalden geçen güneş çaputu yakıyor. Kış aylarında en serin aylarda bile kristalden geçen güneş çaputu yakıyor.

İşte burada yanan çaputtan mana bir kulun, bir müridin varlığıdır.

O kristalden mana mürşittir, meşayihtir.

Güneşten mana da Allah aşkıdır.

Onun için mürşitsiz müşkül halledilmez, mürşide ihtiyaç vardır.

Bir mürit, bir insan kendi varlığından kurtulması için mürşide ihtiyacı vardır.

İlim de varlıktır, amel de varlıktır. Allah emek zayi etmez, verir. “ettevfiki meassay”, “leyselil insani illa mâ seâ[12]” emri fermanları var. Yani bir insan say’ıyla (iradesiyle, çalışmasıyla, gayretiyle) her şeyi elde eder. Fakat say’ıyla elde etmiş olduğu bir nimet, onu perdeliyor efendim. Mesela;

Cenabı Hak buyuruyor “velekad kerremna beni âdeme[13], biz insanları şerefli kıldık, kerameti verdik”. Eğer insanlar kerametten de geçmezse, keramet de onu perdeliyormuş, vuslatına setir oluyormuş.

O kerametten de geçmek için, ilimden de geçmek için, kendi varlığından da, terki can, terki cisim olmak için bir mürşide ihtiyaç varmış. Mürşidi olmayan bir insan terk-i vücut, terk-i cisim olamıyor. Çünkü bir evliyaullahın velayetinde bir insan varlığını bitirmedikten sonra hakikatine ulaşamıyor.

Bir defa bir insan, hak talibi, hakkı talep eden bir kimse fenâfişşeyh olacak.

Cenabı Hak “Kulum iste vereyim” diyor. Fakat insanlar için bu istekler çoktur. Çok maddi, manevi, dünya, ahiret istekleri vardır. Ama bunlar nefsani isteklerdir. Ruhun tek bir isteği vardır. Nedir ruhun isteği?

Allah’tan ayrılmış Allaha ulaşmak ister. Tek bir istek vardır.

Ancak ruhun bu isteğe ulaşması terk-i cisimle olacak, terk-i canla olacaktır.

Onun için buyuruyor ki;

   Kıyamazsan başa cana ırak dur girme meydana

   Bu meydanda nice başlar kesilir hiç soran olmaz

   Hak ile hak olanlara, kendi özün bilenlere

        Dost yolunda ölenlere kan bahası dinar olmaz

        Bak şu Mansurun işine halkı toplamış başına

        Enelhakkın feraşına düşenlere tımar olmaz.

        Eğer aşık isen yâre, sakın aldanma ağyâre

        Düş İbrahim gibi nâre, o gülşende yanar olmaz

Bu kelamlara bak. Sonra bir kelam da vardır ki;

     Başını top eyleyip gir vahdetin meydanına

İnsanlar vahdeti vücuttan bahsederler ama, vahdeti vücuda ulaşmayan, vahdeti vücut olmayan insan nasıl bahseder ki?

Hayatî yerler oralar. Ama vahdeti vücuda ulaşmak için insan nasıl olacakmış?

      Başını top eyleyip gir vahdetin meydanına

Bir defa başını kes, al eline, diyor.

     Kıl gazâ-yı Kerbelâ gir kendi nefsin kanına

Burada Kerbelâdan mana; Kerbelâ vak’ası, bu çok feci bir vak’adır. Geçmişi mateme düşürmüştür, geleceği de bütün mateme düşürmüştür. Bütün Müslümanlara kıyamete kadar acı duyurmuştur. Geçen Müslümanlara da geçen Peygamberlere de acı duyurmuştur. Onun için çok feci bir kazadır. Ama bu kaza gibi olan;

    Kıl gazâ-yı kerbela gir kendi nefsin kanına

Peygamber Efendimiz Cihad-ı Ekberi neye buyurdu?

Nefis mücadelesine.

Öyleyse nefsini yenen Kerbela vakası gibi bir kazayla karşılaşmış diyor.

     Kıl gazayı kerbelâ gir kendi nefsin kanına

      Seyri kıl uşşak-ı Mevla nice kıyar canına

Uşşak-ı Mevla ne?

Allah’ı sevenler.

Allah’ı sevenler diyor nasıl kıyıyor canlarına.

 Terki can etmektir ancak aşkı sevdadan garaz

Allah aşkına düşmekten maksat, garaz;

Terk-i can olmak.

Terk-i ilim, terk-i amel, terk-i mal, terk-i aza değil,

Terk-i can olmaktır.

 


[1] Bakara 2:155

[2] Yasin  36:79

[3] Zilzal  99:7-8

[4] Tırmizi  Kıyamet 26

[5] Nebe  78:40

[6] Asr  103:2

[7] İhya-yı Ulumiddin C.8  S.260

[8] Tin 95:4

[9] Tin 95:5

[10] Mevahid’ü Ledünniye

[11] Buhari  Rikak 38

[12] Necm 53:39

[13] İsra 17:70