Şarâb-ı vahdetin hamrın içir dilber dudağından Yüzün Sebu'l-Mesânî'dir dehânın maden-i hikmet (1) Muhammed nurudur nurun demin rûh-ı Mesîhâ'dır Ledünnî mektebin açtı Hızır gör zulmeti geçti Senin nûr-ı siyahındır kaşınla kirpiğin zülfün Ki sensin "Ahsen-i takvîm" kani bir ahsen-i tefhîm Senin âşıkların ancak bilirler mebdein şahım Cemî-i âlemin ilmin bilen hem bildiren Allah Muhammed Sâmîdir ismin ki yoktur nokta sultânım Yakıp bu benliğim şehrin yalancı nefsimi katl et
|
Şarab-ı vahdetin hamrı = İlâhi muhabbet, aşk.
Büy-u muhabbet = Muhabbet kokusu. Ahmer = Kırmızı, kızıl. (1) = Yüzün Fatiha Sûresi, (2) = Dilin Hak sözü söyler, dilini bilen yoktur. Dem = Nefes, soluk; an, vakit, zaman. Rûh-u Mesihâ = Hz. Isa nefesi. Çarh-ı Felek = Dünya, âlem. Aşk-ı hayâl = Hayâlin aşkı. Ledünnî = Sadr ilmi. (3) = Ölümsüz hayatı senin sohbetinden kazandı. Nur-u siyah = Siyah nur. Sihr = Büyü; hüner, sanat Tır = Ok. Kabağ = Tir-keş, sadak, okluk, ok kabı. Ahseni Takvim = "Biz gerçekten insanı en güzel şekilde yarattık." (Tin; 4) Kani' = Kanaat eden, yeter bulup fazlasını istemeyen. Ahsen-i Tefhîm = Bildirmenin güzelliği, en güzel şekilde bildirme. Mebde = Geliş yeri. Çıkışın "kün-fekan" emrinden öncedir. Cemî-i âlem = Bütün âlem. Ebu'l-ervah = Ruhların babası, peygamberimiz. Şehâdet = Şahitlik, şahittik etme, delâlet, şehit olma. Mazhar = Bir yerin göründüğü çıktığı yer; nail olma. Nurun alâ nûr = Nur üstü nur. (Nur. 35) Çerâğ = Lamba, kandil. |