Yeter ey murg-ı cân gülşane gel gel

Yeter ey murg-ı cân gülşane gel gel 
Gül açıldı bahâristâna gel gel 

Marîz isen belâ bahrinde kalma 
Tabîb-i hâzık-ı Lokmana gel gel 

Açılmış mekteb-i aşkın kapısı 
Okuyup ilm ile irfana gel gel 

Ola-gör "men aref" sırrından agâh 
Memat olup yeniden cana gel gel 

Hümâ-veş terk edip bu âşiyânı
Muhabbet illerin seyrâna gel gel 

Erit cismin çıkar zubûrlarını 
Sadef ol lü'lü'-i mercana gel gel 

Olam dersen eğer dil şehrine şâh 
Beğim Yûsuf gibi zindana gel gel 

Dil ile göz kulak kapılarını 
Kapayıp sohbet-i cânâna gel gel 

Bu nefsin "raziye marziyye" eyle 
Alıp dost iline kurbâna gel gel 

Beka semtine gönder kârbânı 
Hakîkat şehrine şâhâna gel gel 

Varıp bir pîre hizmet eyle evvel 
Müeddeb ol yol u erkâna gel gel 

Pir-i Sâmî kapusunda gulâm ol 
Bu yola hizmeti merdâna gel gel 

Yüzün hâk et meşâyih kapısında 
Yeter Salih yeter uslana gel gel

 

 

 

 

Murg-ı cân = Can kuşu.

Gülşan = Gül bahçesi.

Bahâristan = İlkbahar mevsimi.

Mariz = Hasta.

Belâ bahri = Belâ denizi.

Tabîb-i nâzik = Usta doktor.

'Men aref = 'Nefsini bilen, rabbısını bilir.1 (Hadis)

Agâh = Bilgili, haberli, uyanık 

Memat = Ölüm.

Hümâ-veş = Devlet kuşu gibi

Âşiyân = Mesken, ev.

Zûbur = Kabuk, yabancı madde.

Lu'lu-i Mercan = Inci mercan.

Dil şehri = Gönül.

Sohbet-i cânân = Pir sohbeti

Raziye-Marziyye = Allah'dan razı, Allah'ın da ondan razı olduğu nefs halleri.

Beka = Bakilik.

Kârbân = Kervan.

Şâhân = Şahlar.

Müeddep = Edepli.

Gulâm = Köle.

Merdân = Mertler.

Hâk = Toprak.