Veliler dilleri ile konuşmaz. Onların kalpleri konuşur

"Veliler dilleri ile konuşmaz. Onların kalpleri konuşur."

 17 Mayıs 1991

 Allah emeklerinizi zayi etmesin. Allah niyetinizi hâlis etsin. Allah niyetinizin neticesine ulaştırsın. Nasılsınız? İyisiniz. Afiyettesiniz İnşaallah. Allah hepinize iyilik ve âfiyet ihsân etsin. Allah arzunuza ulaştırsın. Allah arzularınızda aldatmasın. Arzunuz Allah'ın rızası olsun. Bütün imanınızın, ibâdetinizin, amelinizin karşılığı Allah rızası olsun. Allah âkibetinizi hayır getirsin. Cenâb-ı Hak ömrünüz boyunca bu muhabbetinizi muhafaza etsin. Rabbim artırsın, eksiltmesin. Muhabbet Allah sevgisi tabii. O bizi sevdi. Yarattı ki biz de onu sevelîm. Tabii diledi, yarattı. Diledi demek, isteği demek, isteği demek sevmesi demek. Onun için bütün bu varlıkları Cenâb-ı Hak istedi yarattı, diledi yarattı. Peygamber Efendimizi muhabbetinden yarattı. Kâinatın Efendisi, iki cihanın Efendisi, dünya, âhiretin de. Bütün zâhirde, bâtında, bilinip görünenler, bilinmeyenler, görünmeyenleri Cenâb-ı Hak kim için halketti? Habîbi için, O'nun hürmetine halketti. Cenâb-ı Hak: "Habibim, seni halketmeseydim, bu varlıkları halketmiyecektim." buyuruyor. Bütün karada, denizde, havada olan canlıları onun için yarattı. Sadece insanları değil. Her zaman Mevlid-i şerîf'te dinliyorsunuz.

Pes Muhammeddir bu varlığa sebep.

Sıdk ile A'nın rızasın kıl taleb

Demek ki sıdk u sadakat ile rızasını talep edeceğiz. Nasıl talep edeceğiz. Tamamı ile sünnetlerini işliyeceğiz ki, onun rızasını talep etmiş olalım. Rızasını kazanmış olalım. Onun rızasını kazanmak Allah'ın rızasını kazanmaktır. Kitapsız, sünnetsiz islâm olmaz. Kitap-sız, sünnetsiz müslüman olmaz. İslâm ne demek? Allah'a olan inan-cını yaşamaktır. Amentünün altı şartına inanacak. Tatbikatında da bulunacak. Bu altı şarttan birisi de hayır ve şer herşeyin Allah'tan gelmesi. Bu dünya  âleminde bizi huzursuz eden her şey şer oluyor. Bir de var ki bir insan şer işliyor. Yanlış anlaşılmasın. Allahu Teala'nın şerre rızası yok. Kul istiyor, O da veriyor. Cenâb-ı Hak: "Kulum iste vereyim." diyor.

Ama kul isteklerinde aldanıyor. Ne isteyeceğini bilmiyor. Cenâb-ı Hak kulu ne için yaratmış, kendisini aldatmış olmuyor mu? İsteğini biliyor o zaman. İsteği nedir? Bizi yoktan var eden Rabbımızın emri ne ise, bizim için ne dilemişse onları istememiz lâzım. Cenâb-ı Hakk'ın şerre rızası yoktur. Şer işleyin dememiş. Şerri yasaklamış. Hayır işleyin. Buna rağmen yine şer işliyoruz. Bazen var ki cebriye mezhebine geçiyorlar. Diyorlar ki: "Allah halketmeseydi şer işlenmezdi. Şer işleyen kimseyi, madem ki Allah halketmeseydi" diyorlar. Evet ama onlar bâtıl mezhep, bâtıl itikat. Aldanmışlar. Onlar şeytanî, nefse uymuşlar. Kitabı kendilerine uydurmak istiyorlar. Biz o şer işleyenin itikadını taşımayacağız. Bizim itikatımız ehl-i sünnet vel cemaat itikadı. Sünnetlere sımsıkı sarılacağız. Ehl-i sünnet cemaatinden olacağız.

Bizim için cüzi irade çok önemlidir. Öyle sahip olacağız ki cüz'i irademize, tamamıyla Allah'ın yasaklarından kaçınacağız. Emirlerine de sımsıkı sarılacağız. Kurtuluş da burdadır.

Şer işleyen cezasını görecek, hayır işleyen de mükafatını alacak. Cenâb-ı Hak bildirmiş onu. Kim cezalandıracak? Allah cezalandıracak. Kim mükafatlandıracak? Allah. Bu ceza ve mükafat nerede olacak? Ahirette. Dünyada olur mu? Olur.

Dünyadaki önemli değil âhiretteki önemli. Dünyadakine göre çok daha ağır, çok daha şiddetlidir. Bizler için ne var? "Vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" fermanına nasıl inanacağız? Biz şer işlemeyeceğiz. Şerre Allah'ın rızası yoktur. Hayır işleyeceğiz. Hayıra rızası var. Peki hayırı işledik. Amentünün şartlarına inandık. Hasta olmayacak mıyız? Olacağız. Bakınız Peygamberler hasta olmuş. Biz ne kadar ibâdet yaparsak yapalım. Ne kadar amel işlersek işleyelim. Onlar kadar yapamayız. Bütün insanların, peygamber olmayan bütün insanların ameli birleşse bir peygamberin ameli kadar olamaz. Bize göre de bütün müridlerin ameli birleşse, meşâyihimizin ameli kadar olamaz. Birçok meşâyihler var. Her meşâyihin ameli de kendi müridlerine göre düşünülür. Bir de ihvân olmayan, mürid olmayan, dünyanın bütün insanlarının ameli birleşse, yine bir evliyaullah'ın ameli ile beraber olamaz. Allah bize iman nasip etmişse bu imanımıza sahip olalım. Bunun için amentünün şartlarına inanıp tatbik etmek lâzım. Bunlardan birisi de nedir? Meleklere inanmak, Melekleri de bizler için görevli halketmiştir Cenâb-ı Hak.

Melekler çok üstündür. Çok kıymetlidir. Onlarda hiç noksanlık yoktur. Noksan sıfatla halketmiş olduğu bu insanlara, melekleri hizmetçi halketmiştir. Ne kadar melek varsa, Allah'tan bizim için mağfiret diliyorlar. Bir de her insanın muhafaza melekleri var. Eğer onlar olmazsa bizim bir gün sıhhatimiz olmaz. Hatta birgün değil bir saat değil, bir dakika değil, bir saniye sıhhatimiz olmaz. Buna inanmak lâzım. Melekleri Cenâb-ı Hak noksan sıfattan beri halketmiş. Onlarda hiç noksanlık olmaz. Allah'a karşı görevlerinde noksanlık yapmazlar. Bizim için hizmetçidirler. Meselâ semâvâttaki melekler. Melaike-i Mukarrebin: Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil değil mi? Ondan sonra yine büyük melekler var. Cenâb-ı Hak "Kasım-ül Erzak" isminde bir melek halketmiş. O melek nasıl bir melektir ki? Onda ne kadar kuvvet yetki vardır ki: Bütün denizde, karada, havada karıncadan, file kadar insanlarda dahil ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkının memuru bu melek bütün mahlukatın rızkını tanzim ediyor, taksim ediyor, muhasebesini yapıyor. Daha başka. Daha çok büyük azametli melekler var. Peygamber Efendimiz Miraç yaptığı zaman öyle harikalar gördü ki: Bir melek de gördü, yetmiş bin başı var, her başında yetmiş bin ağzı var, her ağzında yetmiş bin dili var, her dili ile, yetmiş bin lisanla, yetmiş bin lugatla Allah'ı zikrediyor. Bu hiç kalemlere sığar mı? Sığmaz. Bir melek te gördü ki, Arş-ı Alâ'da görmüş olduğu bir derya var. Kürre-yi Arz'da olan okyanuslar ile semâdaki Cenâb-ı Hakk'ın rahmet deryalarının hepsi birleştiği zaman, onun yanında bir katre (damla) kalır. İşte o deryaya dalıyor. Sudan çıkıyor, silkiniyor. Tüylerinden düşen katrelerden melekler halkediyor, Cenâb-ı Hâk ve bunlar Beytul-Ma'muru tavaf ediyorlarmış. Allah'ı zikre başlıyorlarmış. Beytul-Ma'mur: Meleklerin tavaf yeri. Nasıl ki dünyada Kâbe var. Beytullah var. İnsanlar tavaf ediyorlarsa Beytu'l-Ma'mur işte meleklerin tavaf yeri. Meleklerin çokluğuna bakınız ki halkedilen melek Beytu'l-Ma'mur'u bir defa tavaf yapıyor. Kıyamete kadar bir daha ona sıra gelmiyor. Çünkü meleklerde kıyamete kadar ölüm yoktur. İnsanlardaki gibi bir taraftan, doğum, bir taraftan ölüm yoktur. En son kıyamette. Sonunda dünya, insanlar hepsi yok olacak. Onlar da yok olacak. Çünkü, Allah'tan başka hiçbir varlık kalmayacak. Hepsi yok olacak. Canlı veya cansız hepsi yok olacak. İşte o günde, kıyamet koptuğu zaman melekler yok olacak. Onların halkiyeti insanlardan çok evveldir. Hâlâ kıyamete kadar da halkıyeti devam ediyor. Çünkü Peygamber Efendimiz Miraç'ta öyle gördü. Daha başka neler gördü: Büyük bir derya gördü çok büyük bir derya. O deryanın ortasında çok büyük bir ağaç var. O ağaç da çok büyük, o ağaç da dünyaya sığmaz. O ağacın dalında bir kuş gördü. Kuş da çok büyük. Kuşun gagasında toprak parçası gördü; çamur, onu da sordu?

-"Yarabbi bu derya nedir? Bu ağaç nedir? Bu kuş nedir? Ağzında ki bu çamur nedir?"

– "Ya Habibim bu deryâ benim rahmetim. "

– "Bu ağaç da dünya." Bu ağaçın dalları var ya, dünyada da o kadar milletler var. Hepsi Ümmeti Muhammed'den mi? Değil. Kaç türlü insan var. Millet olarak değil de inanç yönünden, İsevîler, Muse-vîler, Mecûsiler, putlara tapanlar var, ateşe tapanlar var. Sığıra tapanlar var. Şeytana tapanlar var. Güneşe tapanlar var. Sayılmayacak ka-dar. Bunların hepsi bâtıl inanca sahip olmuşlar.

– "Ağacın dalındaki kuş senin ümmetindir. Kuşun ağzındaki, gagasındaki çamur da senin ümmetinin günahıdır." Bu kuşun gagasındaki çamur deryaya düşerse, deryayı bulandırır mı? O kadarcık çamur deryayı bulandırır mı? Bulandırmaz. Yani Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinin nihâyeti yoktur.

Şimdi buradan biz ne anlıyacağız? Allah'a itaat etseler, Allah'a bir kâr, menfaat kazandıramazlar. Onun için Allah'ın rahmetinin nihâyeti yoktur.

Bir de bir insan ne kadar günahkâr olursa olsun, yeter ki Allah'ın rahmetini büyük bilsin. Allah'ın rahmetine sığınsın. Azâmetine, bü-yüklüğüne sığınsın.

Tövbesi kabul olan şey

Ne gerek günah ona.

Süleyman Çelebi Hazretleri Evliyaullah'tır. Onun bütün kelâmları, kelâm-ı kibardır. Zuhûrattır. İlhamdır. Kendisi bilerek değil. Ondan daha âlim insanlar var. İlmi ile, ameli ile ondan daha üstün insanlar var. Onlar niye böyle Mevlid-i Şerîf'teki gibi duyamamışlar ve bildirememişler. Çünkü ona maneviyat keşfedilmiş.

Peygamber Efendimizi sahabeler âşikâr olarak gün görür gibi gördüler. Ama Veysel Kârâni Hazretleri hiç görmedi. Maneviyatta Veysel Kârâni Hazretleri kadar sahabe tanıyamadı, göremediler, bilemediler. İşte Peygamber Efendimiz madem ki, o deryayı gördü. O ağacı gördü, o kuşu gördü, gagasında çamuru gördü. Bunların kimliğini sordu. Cenâb-ı Hak da O'na bildirdi. Bakınız Süleyman Çele-bi ne buyuruyor:

– "Ey Habibim! Nedir? Ol! Kim diledin?"

Peygamber Efendimiz. Miraç'ta da ümmetini diledi. Cenâb-ı Hak'tan,

– "Yarabbi ümmetimi bana bağışla."

– "Yarabbi günahkâr ümmetime azap etme."

Cenâb-ı Hak ne buyurdu? Mevlid'de dinliyorsunuz:

– "Ey Habibim! Nedir? Ol! Kim diledin?"

– "Bir avuç toprağa minnet mi eyledin?"

Bulam dersen eğer ayn-ı imanı

Çalış ki şeyhinde olasın fâni

Sana senden yakın olanı tanı.

Allah noksan sıfatlardan beri, mekanlara sığmaz. Her nerede çağırırsak hâzır ve nâzır. Zerreden, kübrâyı ihata etmiştir.

Zerre: Çok küçük varlık.   Kübra: Büyük varlık.

Cenâb-ı Hak zerreden kübrayı ihata etmiştir. İlmi ile, azâmeti ile. Allah'a inanmak böyle. Niçin Allah her yerde hâzır ve nâzır olduğu halde, "Kulum ben sana şah damarından daha yakınım." dediği halde. Niçin Peygamber Efendimiz, haşa estagfirullah. "Ey insan sen Allah'tan çok uzaksın" diyor.

Peki biz Allah'ı bir sıfatla düşünebilir miyiz? Düşünemeyiz. Küfürdür. Allah'a bir mekan düşünebilir miyiz? Allah şuradadır, diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Küfürdür. Öyle ise biz Allah'ı nasıl göreceğiz? "Ben yerlere, göklere sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım."

Eğer biz de Allah'ı unutmazsak, nûru kalbimizde. Ama esma nûru kalbimizde. Evliyaullah ise Allah'ın sıfatı ile sıfatlaşmış. Evliyaullah'ın kalbi olmuş Allah'ın mülkü. Niçin? Biz evliyaullah'ın sıfatını düşü-nebiliyoruz. Mekanını düşünebiliyoruz. Öyle ise evliyaullah'ı düşün-düğümüz zaman Allah'ı düşünmüş oluyoruz. Allah'ı unutmuyoruz. Allah ile tanıdık meşâyihi. Allah ile sevdik. Onun için meşâyihi unutursak Allah'ı unutuyoruz. Meşâyihi unutmazsak Allah'ı unutmuyoruz.

Evet Allah'a inanmak böyle. Bizi yoktan var etti. Bizi esirgeyen O. Koruyan O, muhafaza eden O. Bizi ne için halk etti? Ona itaat etmek için halketti. Evliyaullah'ın kalbi O'nun (Allah'ın) mekanıdır. Girdiysen Evliyaullah'ın kalbine Allah'ı buldun. Girdiysen Evliyaullah'ın kalbine Allah'ı gördün. Ne ile gireceksin  Evliyaullah'ın kalbine? Seveceksin, sevileceksin. Sevmen için onun ahlâkı ile ahlâklanacaksın. Onun amelleri ile amelleneceksin. Onu yaşantısı ne ise yaşantısını yapacaksın. Ders almak, tarîkata girmek, evliyaullah'ın eline yapışmak demektir. Eteğine yapışmaktır.

Cenâb-ı Allah Fetih Sûresinde buyuruyor ki:

– "Benim elim evliyaullah'ın elinin üzerindedir." Evliyaullah'ı sevmek demek: Onu kendine örnek edineceksin. Onun hoşuna gidenleri işleyeceksin. Bunun için de ahlâk-ı hamîde sahibi olmak gerekir.

Mürid: Zikrinden, ibâdetinden çok ahlâkı ile sevilir. Çünkü Cenâb-ı Hâk da ahlâkı bize methetmiş. Peygamber Efendimiz, insanlık âlemine ahlâkı getirmiş. Ahlâkı ile örnek olmuş. Evliyaullah da vâris-i enbiyadır. Onlar da ahlâkları ile bize örnektir. Öyle ise şeyhimizin ahlâkını kendimize örnek edineceğiz. Sevmekten maksat budur.

Bir seherde murg-ı canım uyandı

Vahdet illerini seyrân eyledi

Pîrimin renginden renge boyandı

Âlem-i ekvânı seyrân eyledi.

Gönülden perde-i hicap açıldı.

Hicap da perdedir. Perdeyi açan kim oluyor? Evliyaullah nasıl açıyor? Sana bir sevgi veriyor. O sevgi ile sen ona hizmet ediyorsun. Onun himmetini alıyorsun. Onun himmetini alınca da senin kalp gözün açılıyor. Kalp kulağın açılıyor, kalp dilin açılıyor.

Ama bu nasıl oluyor? Evliyaullah'a tamamiyle teslim olmuş, hizmetini görmüş, himmetini almış, şeriatı, tarîkatı tamam olmuş. Evliyaullah da onun kalbini açmış. Kalp kulağı da açılmış, kalb dili de açılmış, kalp gözü de açılmış. Biz de böyle olabilir miyiz? Biz de insanız. Onları da bizi de halk eden Allah bir. Hepimiz âdemiz. Hepimize de kendi ruhundan ruh üflemiş Cenâb-ı Allah. Değişen bir şey olmuş mu? Bunlara ne olmuş? Bunlar çalışmışlar. Say etmişler. Allah'a inan-mışlar. E! Biz de onlardanız Allah'a şükür. Onlar inançlarını yaşa-mışlar. Biz de yaşayalım. Ama yaşamak nasıl? Bizim bildiğimiz gibi değil. Bilmediğimiz de var. Onu da öğreneceğiz. Kimden öğreneceğiz. Bilenden öğreneceğiz? Bilen kim? Evliyaullahtır, meşâyihtir. Onun için:

Kim şeyhini Hak bilmedi

Hakk'ı dahi bilmedi

Yok eylemeyen vârını

Maksûduna ermez.

Bizim büyüklerimizden duyduğumuz inancımıza göre, hanımlar-dan ders almak olmaz. Çünkü hanımlara râbıta sağlanamaz. Yani ha-nım Allah ile kulu arasında irtibatçı olamaz. Kelâm-ı kibar:

Efendim, sultanım rûh-ı revânım

Ne mümkün ayrılmaz çıksa da canım

Alemde kainat düşmanım olsa.

Efendim diyor: Bir insan meşâyihini seve! seve! seve! Meşâyihinin rûhu da onun rûhu olur. Hani rûhlarda ayrılık, gayrilik yok ya.

Dönmezem bin kat öldürseler.

Benim bin tane canım olsa da, bin defa öldürseler yine de seni terketmem diyor. Yine de ayrılmam senden diyor. Bütün bu millet sana düşman olsa ben senden ayrılmam. Bunların bir olmuşu var. Bir geçmişi var. Çok kitaplarda yazılmışı var.

Meşâyihlerden birisi rüyasında görmüş olduğu Rum kızına âşık oluyor. Diyor ki:

-"Ben onu almaya gideceğim. Belki beni dinlerine davet ederlerse dinlerine de gireceğim. Siz de kendinize başka şeyh bulun. Serbestsiniz." diyor. Hepsi bırakmışlar. Gitmişler. Bir tane mürid onunla kal-mış. Diğerleri sormuşlar:

-"Sen niye gelmiyorsun?"  O da demiş ki:

– "Ben ayrılmam şeyhimden. O hangi dine girerse ben de ona girerim. O nereye giderse ben de giderim." demiş.

Neyse gelmişler o Rum iline. Kızlarını istemiş. Onlar demiş ki:

– "Sen Muhammedîsin. Dinimize girecek misin?"

– "Gireceğim."

Dinlerine girmiş. Haç takmış, domuz eti yemiş. Domuzları gütmüş. Bunu denemek için yedi sene takip etmişler; acaba tamamiyle döndü mü diye. Ancak yedi sene sonra kızlarını veriyorlar. Kızı aldıktan sonra o da müslüman oluyor. Bu arada kendisi ile beraber giden, o bir tek müridi şeyhi uyurken âşikâr olarak görüyor ki şeyhinin ağzından bir kara kuş giriyor. Beyaz kuş çıkıyor. Ama şeyhini yine terketmiyor. O Rumlara hizmet ederken, o bir tek müridi de şeyhine yedi sene hizmet ediyor. Yedi seneden sonra Rum kızını alıyor. O müridi yine görüyor ki: Şeyhi uyurken bu defa ağzından o kara kuş çıkıyor. Beyaz kuş giriyor. Fakat bu defa çok terakki ediyor. Yani daha evvelki terakkisinden yüz misli daha terakki ediyor. Niçin terakki ediyor? O geçirdiği yedi yılı gözünün önüne alıyor. Ağlıyor, ağlıyor. Gözünden günahı silememiş. O da onu yükseltmiş terakki ettirmiş. Allah'a yalvarmış. İşte böyle efendiler. Bu zamanda bize böyle bir nimet vermiş. Allah'a çok şükür. Mukayese için değil. Bugün meşâyihi olmayanların en âlimi bile, meşâyihi olanların en câhili kadar olamaz. Buna inanmak lazım.

Adamın bir tanesi bir müride soruyor?

– "Şeyhini mi çok seviyorsun? İmamı Azam'ı mı?"

– "Mürid hiç çekinmeden şeyhimi çok seviyorum" diyor. O zaman adam bir sürü hakaret ediyor. İmam-ı Azam'ı methediyor. Bu müridi suçluyor, mürid hiç sesini çıkarmıyor.

Tekrar karşılaşıyorlar. Bu adam gel diyor.

– "Sana bir sürü hakaret ettim. Hiç karşılık vermedin. Bana hakkını helal et ama. Nasıl oluyor da İmam-ı Azam'ı bu şekilde düşünü-yorsun. İmam-ı Azam İslamın nuru. Bütün İslâm âlemi için büyük bir kimsedir. Dünya üzerinde sevilen bir kimsedir. Bir mezhep reisidir, diyor. Sen şeyhini sevebilirsin. O sevgi sana aittir diyor. Bu derece direnmende senin delilin nedir?" Mürid diyor ki:

– "Ben kırk senedir İmam-ı Azam'ın mezhebi üzerine amel işliyor-dum. Hiçbir kötü ahlâkımdan geçemedim. Kırk gün oldu şeyhime hizmet edeli hepsini terkettim. Onun için şeyhimi çok seviyorum." demiş.

Cenâb-ı Allah yüzyirmi dört bin Peygamber göndermiş. Bunlardan sadece sekiz tanesine kitap indirmiştir. Diğer Peygamberler Allah'ın emirlerini kullarına ilham yoluyla bildirmişlerdir. İşte ledünni ilmi budur. Velilere kitap indirilmemiştir. Fakat onlar da Allah'ın emirlerini ilham yoluyla bildirirler. Veliler dilleri ile konuşmaz, Onların kalpleri konuşur.

İki tane âlim, tarîkatlı birisine rastlamışlar. Zannediyorlarmış ki bunlar tarîkatta bir şey bilmiyorlar soru soruyorlar?

– "Bir adam bir vakit namazını terketmiş. Kaza edecek, ama hangi vakti olduğunu bilmiyor." Mürid cevap veriyor.

– "O adam gafil öyle ise. Gafil ise beş vakit namazını da kaza edecek" diye cevap vermiş. Âlimde, bu soruya çözüm yokmuş, çözümsüz imiş. Çözümsüz bir soru soruyor ki cevap veremesin diye. Âlim buradan bilgi edinmiş. Demiş ki:

– "Bunların câhili böyle ise âlimi nasıl?" Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

– "Kulum bildikleri ile amel ederse, bilmediklerini biz Azîmüş-şan ona  öğretiriz."

Ama sadece bildiğimizle amel işlemek değil. İhlas ile amel işlemek, inanarak işlemek var.

Ey birâder sözlerime tut kulak.

Sanma onu söyleyen dil ya dudak.

Diyor ki: Sözlerimi iyi dinleyin zannetmeyin ki, onu dil, dudak konuşuyor. Kitaplara inanacağız. Peygamberlere inanacağız.

Lâ ilahe illallah Adem safiullah

Lâ ilahe illallah Nuh Nebiullah

Lâ  ilahe illallah İbrahim Halilullah

Lâ ilahe illlallah Musa Kelimullah

Lâ ilahe illallah İsa Nurullah

İnanacağız. Bunların üzerine kelime-i tevhid getireceğiz. Salavat getireceğiz. Yalnız amellerini işleyemeyiz. Resulullah'ın sünnetini işleyeceğiz. Allah'a şükür. Allah bizi şanslı halketmiş. Cenâb-ı Hak. Bize özel muamelesi var ki, sevgili Habibine bizi ümmet etmiş. Ümmet olamazsak kurtuluş var mıdır? Yok. Bu dünya âleminde dinler içerisinde, inançlar içerisinde,  ameller içerisinde kurtulanlar kimlerdir? Kur'ân'a uyanlardır. Ayrıca Cenâb-ı Hak bize öyle bir ihsânda bulunmuş ki, Vâris-i Enbiya olan velîlerini sevdirmiş. Bu şeref bize yeter. Bu şerefi muhafaza edelim. Veli olamazsak bile o velîlerin izinden ayrıl-mayalım.