“İlim Allah’ı bilmektir.”
HİDAYET, ALLAH'ın iman nasip etmesidir. ALLAH bir ku-lunu inananlardan halk etmişse, ona hidayet olmuştur. Bu-nu zayi etmeyelim. Onun kıymetini bilelim. Onun çok bü-yük bir nimet olduğunu bilelim. Kârını da elde edelim. Kârı nedir? KEMAL'dir. Kemal nedir? Olgunlaşmak, olgunlaş-mak. Malumunuz, sebze olsun, meyva olsun, olgunlaşınca tadını alıyor, şeklini alıyor, rengini alıyor. Olgunlaşmıyorsa, ne tadını alıyor, ne şeklini alıyor ne de rengini alıyor.
İnsanların da canında renk var, tad var, şekil var. Tabii bu insanlardaki tad, renk, şekil görünmez.
Görünen ne olabilir? Eğer insanlara zararı olmazsa, o görünebilir.
Bu durum gayri müslimlerde de var. Zararlı insanlar var. Hatta Mevlâna'nın buyurması.
“Mecusi isen de gel. Hıristiyan isen de gel. Bin defa tevbe ettin, tevbeni bozdunsa da gel.” En sonunda ne diyor?
“Ne olursan ol, yine gel!” Bunu böyle söylemiştir. İnsanları İslâm'a çağırmıştır. Bunu bütün dünya devletleri, ecne-biler de kabulleşiyorlar. Ama bunu yanlış tasavvur ediyorlar. Mevlâna “insana seslenmiş” diyorlar. Ama insanın da ne olduğunu bilmezler onlar. İnsan hakkı derler. Ama sade-ce insan hakkı mı, kul hakkı var. ALLAH'a karşı olan görevi var. Akrabaya karşı olan görevi var. İlmi olacak, ameli olacak, güçlü olacak. İnsanların hakkı hududu budur.
“İnsanları halkettik ki, bizi mabut bilsinler.” buyuruyor Cenâb-ı Hak:
Bizi zikretsinler, bize şükretsinler, bizi fikretsinler. Bir in-san ki bunları yapmazsa insan sayılmaz.
Şöyle düşünüyorlar “İnsanlar fende ilerliyorlar ya, insanlara zararlı değiller, insanlara yararlılar. İnsanlık bunda” diyorlar.
Böyle bir insan ancak ancak ehlileşmiş bir hayvan gibi olur.
Bir kurdu veya bir yırtıcı hayvanı düşünelim. Affeder-siniz, küçükken alıp ehlileştiriyorlar, onun zararlı tarafı gi-diyor. Gidiyor ama, hayvanlığını kaybetti mi? Yine kurt, yi-ne kurt. Yalnız ehlileşti. Halbuki insanlar zararsız olursa, insanlık o zaman oluşur.
Dünyaya geldim gitmeye
İlim ile hilm yetmeye
Aşk ile can seyretmeye
Bunlar Türkçe, burada anlaşılmayacak taraf neresi?
Aşk ile can seyretmeye
Rumuzlu olan tarafı burası.
Rumuzunu bilenler var. Bize açıklıyorlar. Zaten bu ru-muzu bilmeselerdi, açıklamasalardı, biz buraya toplanmaz-dık. Bu şuur bizi buraya topladı. Yoksa camiler var, hocalar var, vaizler var, ibadet yerleri var.
Vaiz insanları irşâd ettirmiyor. Ama kötü ahlâklarından geçiriyor. Tasavvufa girmezsen olgunlaşamazsın. Kâmil bir insan olmak için hakikata ulaşacak. Her hakikata ulaşan-lar, marifete ulaşamıyorlar. Hakikata ulaşan her insan kâ-mil insandır. Kâmil insanlardan seçilen marifete ulaşır. Kâmillerin seçilenleri kâmil-mükemmil olur.
Kâmil: Yetişmiş olan. Kâmil Mükemmil, hem yetişmiş, hem yetiştirmiş. Fakat kâmil yetiştiremiyor. Arasında dağlar gibi fark var.
KAMİL MÜKEMMİL: Hem yetişmiş. Hem yetiştiriyor.
Dünyaya geldim gitmeye
İlm ile hilm yetmeye
ALLAH bize akıl vermiş. İnancımız da var. Ahirete inanmayanlar, kâfirler sadece maddiyet. Herşey onlar için madde. Onlar: “Yok olunur. Tekrar var olunmaz” diyorlar. Her inananın hayırı-şerri kabulleşmesi lazım.
Dünyaya geldim gitmeye
Niye gelmiş? Niye gidiyor?
İlm ile hilm yetmeye
İlimden manâ nedir? ALLAH'ı bilmektir. ALLAH'a itaat etmektir. Kim Rabbısını biliyorsa, kim Rabbısına itaat edi yorsa o güzelleşiyor. Kim Rabbısına itaat ediyorsa insan odur; bilmezse itaat etmezse insan sayılmıyor. Mademki bu insanları ALLAH bilinmesi için halketmişse bilecekler. Bura-da bilmeyenler ahirette bilecekler. Ama ahirette bilmeleri kurtuluş değil. Dünyada bilmeleri kurtuluştur. Cenab-ı Hak-k'ın ilmine güç yetmez.
“Biz bilsinler diye insanları halkettik.” Buyuruyorsa, bil-mek mecburiyeti vardır. Şimdi diyeceksiniz ki:
– Madem öyle ise niçin ALLAH'ı tanımayanlar var?
– Onlar da bilecekler.
Kelam da ne buyurulmuş:
Ey zühd ile veren bana tebşîre-i cennet
Biz münkir-i Mevlâ değiliz nâra ne minnet
Bu ibadet edenlere. Cennet için amel işliyenlere.
Diyor ki: Ey züht, takva sahibi.
Beni niçin cennetle müjdeliyorsun? Ben ibadetimi cennet için yapmıyorum.
Beni cehennemle niye korkutuyorsun? Ben ALLAH'ı inkar edenlerden değilim.
Âşık olanın maksûdu matlûbesi rü’yet.
ÂŞIK: ALLAH'ı sevendir. Kim ALLAH'ı seven.
Mal, evlat, makam, mevki, ilim, amel… Bunların hepsinden geçen. Hiçbir arzu olmaz onda. Evlattan çok sevdiğimiz bir şey var mı? Evlattan da geçecek. Sevmiyecek mi? Sevecek, ama “Bu bana emanettir. Emanete hiyanetlik olmaz. AL-LAH'ın emri” diye düşünecek.
Bir hane reisi, hanımından da mesul, çocuğundan da mesul, malından da mesul. Hepsinin bir hakkı vardır. Hep-sinin hakkını vermek lâzım.
Hepsinin hakkını ancak ALLAH'a itaat etmekle verebilir. Hepsinden fazla ALLAH'ı seveceksin.
Hepsini de ALLAH için seveceksin. Evladını mı seviyorsun, emanettir. Emanete saygı vardır. Zaten sevilirse saygı gösterir. Sevilmezse saygı gösterilmez. Bir de seviliyor, sevgi gösterilmiyor. Sayılıyor. Saygı gösterilmiyor. Bu da var.
Bir insan bir şeyi ALLAH için sevmişse, kâr da gelse sevecek, zarar da gelse sevecek ki o zaman sevmiş olur.
Sevdim seni seydâ-yı cihân hayır ve şerde
Seydâ! Bizde seyyid deniliyor. Şafilerde, kürt lisanında seydâ deniliyor. Meşayihlere, büyüklere onlar seydâ diyorlar.
Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de
Âşık ise ciğer yanacak ta, pişecek te. Âşıkların ciğeri dün-yada iken yanar pişer.
Seni ben bilirim ey cân ne cevher ma’denindensin
Seni ben bilirim ey ŞAH ne cevher madenindensin
Anâsır sâye-bânındır gezersin zîr ü bâlâyı
Ben senin ne kadar kıymetli olduğunu biliyorum. Sema-yıda gezersin. Zemini de gezersin.
Sây-Bân’ın bir anlamı da çadır.
Anasır: Vücut.
Senin vücudun bir çadır. Bir örtü gibi örtmüş. Neyi ört-müş? Ruhunu örtmüş. Herkeste bir ruh var. Ama büyüklerin ruhu yükselmiş. ALLAH'a gidiş yolunu bitirmiş. ALLAH’tan gelen ruh ALLAH'a ulaşmış.
Ruh ALLAH'tan bir vasıta ile gelmiştir. Bir vasıta dersek te ALLAH'tan iki vasıta ile gelir. Bir cisminin gelişi var. Bir de ruhunun gelişi var. Annenin babanın evlenmesi ile cesed oluşuyor. Ama bir çocuk dört aylık olunca onda can oluşu-yor. ALLAH ona ruh üflüyor. İki vasıta ile geliyor. Ama görünen birisi. Bilinen birisi ruh biliniyor ama görünmüyor. Gö-rünmeyen birşeye de herkes inanmıyor.
ALLAH'ta görünmüyor. İnananlar da göremiyor. İnan-mıyanlar zaten inanmıyor. Görünen bilinen ALLAH'tan gel-dik. Bir vasıta ile geldik. Vasıta annemiz, babamız.
ALLAH'a gidilir. Nasıl gidilir? Her ölen Allah'a mı gidi-yor? Kâfirler de ölüyorlar. Onlar ALLAH'a mı gidiyor? Hayır hayır ALLAH ulvidir. ALLAH'ın nârı var, nuru var. Onlar AL-LAH'ın gadabına düçar oluyor. Karanlıklara düşüyor, derinliklere iniyor.
Kitabın, âyetin bildirdiğine göre gelişimiz de ikidir. Gidi-şimiz de ikidir.
Gelişimiz iki: ALLAH cesedi topraktan halketmiş, inana-nı, inanmayanı, zengini, fakiri, cahili, bilgilisi. Hepsi top-raktan halkedilmiştir. Cesed maddedir. Maddedir ama kıy-metli madde var, kıymetsiz madde var. Bir yerden çıkan ma-deni düşündüğümüz zaman, altında bir maden, kömürde bir maden. Altının kömüre nazaran ne kadar bir kıymeti var? İnsanlarda ya altın gibi cennetin ziyneti olacak ya da kömür gibi cehennemin ateşi olacak. Bu ALLAH'tan iki gelişi bilemiyoruz. Ahmet'ten, Mehmet'ten doğdu. Artık itaat et-sin, isyan etsin. Nasıl ise öldü gitti. Alim olan nasıl gelip git-tiğini biliyor. Onun için farklı oluyor. Sade cesedi geldi diye düşünmüyor. Ruhu da biliyor. Ruh çok kıymetli. Çok kıy-metli bir şey. Affedersiniz düşmüş nefise. Düşmüş pisliğe. O ruh pisliği taşıyamaz. Pislikten kurtulacak temizlenecek ki o zaman ruh kıymetini taşısın. Ama pisliğin içerisinde onu taşıyamaz.
Evet ALLAH'tan geliş iki. Bu iki gelişi hepsi yapıyor.
İki gidişi hepsi gidemiyor. Bir kısmı cehenneme gidiyor. ALLAH cenneti kazananlara cemalini gösterecek. Nurunu gösterecek. Cennette bölüm bölüm. Cenneti isteyenler cennette kalacak, cennetin süsü var. Zevki safası var. Cennetten de geçmek lâzım. Cennetten geçmeyen ALLAH'ın cemâlini göremeyecek. Cennet haktır. ALLAH cennetini methediyor. Cehennem de haktır. Her Kur'an'a inanan bunu bilir.
Ey zühd ile veren bana tebşire-i cennet
Biz münkir-i Mevla değiliz nâra ne minnet
Ey vaaz, nasihat eden hoca!Bana niye cenneti medhedi-yorsun. Ben cennet için kulluğumu yapmıyorum. Niye cehennem ile beni korkutuyorsun. Ben münkir değilim. ALLAH'ı inkar edenlerden değilim. Ben ALLAH'ı seviyorum. Niçin sevi yorum? Cemâlini göstersin bana diye. Cemâlini göstersin de cehenneme koysun. ALLAH'ın cemâlini göreni cehennem ya-kar mı?
Koca ateş neden İBRAHİM Aleyhisselam'ı yakmadı?
ALLAH'a gidiş te iki:
Bir var ki, zengini, delisi, akıllısı cismi ile gider. Toprağa girer, o cesedi toprak eritir.
Herşey aslına rucu eder. Herşeyin aslı topraktır. Top-rağa iniyor. Ruhun da gelmiş olduğu bir yer var. Orayı bil-mek lazım, ora için çırpınmak lazım ki, oraya gidebilsin. ALLAH'a gitmek için bütün arzulardan geçecek. Dünya, ahiret, cennet arzusu. Hepsinden geçecek. Bir kere dünya-yı terketmeyen ahireti kazanamaz. Mümkün değil, ikiside âlemdir bunların. Dünya da bir âlem, ahiret te bir âlem. Bu insanlar dünyadan geçiyorlar, ahirette kalıyorlar.
Dünyaya niye gelmiş insanlar? Gitmek için. İlim sahibi olmak için. İlim ALLAH'ı bilmektir. ALLAH'ı bilen güzelle-şiyor. Ama bir de aşk ile can seyretmek var. ALLAH aşkı ku-lun bir miraç vasıtasıdır.
Çünkü Peygamber Efendimiz MİRAC'a bir vasıta ile gitti. Ne ile gitti? BURAK'la gitti. Burak'la nereye kadar gitti?
Bir makama kadar gitti. Orada Burak ta kaldı. Cebrail de kaldı. Gidemediler. Ama Peygamberimiz daha çok gitti. Ta-rikat demek:
Bir mürşide gidip O’nu tanımak. Bir mürşide gönül vermek. Mürşidi sevmek. Mürşidi saymak. Onun duasını al-mak.
Bir şeyhi tanımayan gafil sayılıyor.
Eğer himmet erişmezse sana bir şeyhi kâmilden
Şeyh: Bilen insan.
Mürşidi olmayanlar karanlıkta. Bir şeyhi bilecekler. Bil-diğini de tatbik edecekler ki kemal sahibi olsunlar.
Adûlar yıktılar seddin ne yatarsın gafil insan
Ey insan, sen bir evliyaullahın, mürşidi kâmilin himmetine muhtaçsın. Eğer onun himmeti sana ulaşmazsa, adûlar senin seddini yıkarlar. Seni öldürürler, asarlar, keserler. Fa-kat evliyaullahın himmeti sana öyle bir set ki hiç bir top, tüfek bunu yıkamaz.
“Men aref” sırrına vâkıf olmuşam
Nefsim ile hem Rabbımı bilmişem
Mutmainne kalasine girmişem
Gayrette bir metîn hisârımız var
Çok metîn, çok kuvvetli bir hisar içerisindeyiz. Bu da ne imiş? Mutmâinne kalesi. Mutmâinne kalesine insan nasıl geçebilir? Nefs-i mutmainne’ye insan nasıl ulaşabilir? Mür-şitsiz ulaşılmaz. Tarikatsız, mürşitsiz ulaşılmaz. Amelle, iba-detle, ilimle mutmainne kalesine kadar giderler, içeri giremezler. Mutmainne kalesi ne demek? Nefsinden emin olacak. Nefsinden daha ona zarar gelmeyecek. Diyeceksin ki “benim nefsimden bana zarar gelmiyor”. Geliyor, geliyor.
“Benim kârım olsun da ona zarar olursa olsun” diyorsan, en büyük zarar nefsinden geliyor.
Ne zaman ki: “zarar da gelsin, hastalık ta gelsin, dövün beni. Yeter ki komşuma, akrabama birşey olmasın” dersen “onlara gelecek bana gelsin” dersen, o zaman mutmainne kalesinden eminsin, yoksa nefisten başka türlü emin olamazsın.
Resûlullah Efendimiz buyurmuş:
-“Vallahi mü’min olamaz, vallahi mü’min olamaz, vallahi mümin olamaz.”
-“Kim yâ Resûlullah?”
-“Komşusu aç. Kendisi tok.”
-“Kim yâ Resûlullah?”
-“Kendisi kârında, başkasının zararını isteyen mü’min olamaz.”
Evet.
Biz anlayamıyoruz, bilemiyoruz. Anlamış olsak, bilmiş olsak, hep bir vücut oluruz. Bu insanlar hep bir vücut gi-bidirler. Diyeceksiniz ki:
“Kafirlerle nasıl bir vücut gibi olunur?”
Senin vücudunda da çok temiz yerlerin var, çok pis yerlerin de var, çok adi yerlerin de var. Ama nedir? Nefsin çok adidir, onu adi göreceksin. Ruhun da çok ulvidir. Nefsini çok adi göreceksin. Cismen alçalmayınca ruhen yükselemezsin. Ama bu alçalma ALLAH için olacak. Gösteriş için olmayacak. Desinler için olmayacak, menfaat için değil, şöhret için değil.
Firakı yâr ile âh û enîn ol
Ah u enîn: Ağla, sızla.
Yâr: Çok sevilen.
Niye seviliyor? Yardım geliyor. Nasıl bir yardım? Dünya-da senin evin yokmuş ev almış. Paran yokmuş para vermiş. Bunlar değil. Yardım seni nârdan kurtaran. Yanmak sadece ateşte yanmak değil. İnsan çok sevdiğinden, canından fazla sevdiğinden ayrılınca, ateşten şiddetli bir azabı vardır. İn-sanlar zenginliği niçin istiyor?
Temiz yemek, temiz giyinmek, zahmet çekmemek için is-tiyor. Fakat Mecnûn ne yapmış? Yıllar boyunca yememiş, içmemiş, uyumamış. Dağlar da Leylâ, Leylâ demiş, ağlamış, gezmiş. Sonunda Leylâ'nın aşkı onu ihata etmiş. Mecnûn kendisini kaybetmiş, kendisini de Leylâ görmüş. Eşyayı, taşları, ağaçları hep Leylâ görmüş. Kendisinden geçmiş. Ha-reketsiz kalmış. Kuşlar onun başında yuva yapmışlar.
Mecnûn'u görün n’etti Leylâ’daki âh ile
Ferhad da Şîrîn için gör neyledi dağ ile
Her birisi bağlandı bir âhenîn bağ ile
Ah:Ünlem, aşırı arzu.
Avın haram yolu vardır. Helâl yolu vardır. Bir insanın yiyeceği var, içeceği var, ihtiyacı yok. Bu durum karşısında takvaca haram da değilse helâl da değildir. Kime helâldir?
Meselâ: Evinde çoluğu çocuğu var, yiyecek bir şeyi yok. Onlara et alıp yediremiyor. Bunlar da et tatmış olsunlar diye ara-sıra gider avlar getirir. Bunlara izin verilmiştir. Yoksa zengin et alıp yedirebilecek durumdadır, onlara yasaktır.
Nimetimiz büyük, kıymetini bilelim ki, aşkımızı alalım. Bilmezsek elimizden alır. Bakıyorsunuz ki bidayetinde bir aşk var, sarmış onu, çok güzel, insan gıpta ediyor. Bir de ba-kıyorsunuz ki sönmüş. Aşkı kalmamış. Ama bu sönme ikidir. Birisi olmasın da, birisi olsun.
Bir sönme var ki, o aşkı sindiriyor içerisine. Bir sönme de var ki kaybediyor. “ALLAH ben kuluma bir nimet veririm” diye buyuruyor. “Kıymetini bilirse büyütürüm yoksa elinden alırım” buyuruyor. En büyük nimet aşktır.
Bazı cezbelilerin sonu gelmiyor, onlar şöhretine gidiyor. Şöhrette afat oluyor, yani yok oluyor. Bu nasıl oluyor? Ona çok kıymet veriyor. Ondan kendisinde bir gurur duyuyor, ona rağbet veriyor. Cezbeye düşen kendisi rağbet etmesin başkası rağbet versin. Cezbeden geçmek lâzım, cezbeyi sin-dirmek lâzım. Cezbeli insan cezbeden geçemezse kalbi büyü-mez. Şimdi su bardağının bir su alma kapasitesi var. Bir damla fazla koysanız taşacak. Senin koyacak suyun bol ise bardağı değiştir. Büyük bardak al. Suyu da çok koy. Çünkü bardaktaki su taşar, taşırınca sahibi var, O kızar.
Bu muhabbet sana ALLAH'tan gelir
Bütün aşkın, bütün ilmin bütün merhametin adaletin de kaynağı Hz. Resûlullah'tır. Meşayih ondan alıyor, bize veri yor. Meşayihimiz de doğru Resûlullah Efendimizden almaz. Şeyh Efendisinden, Şeyh Efendisi şeyh Efendisinden, ulaşır muhabbet Resûlullah efendimize.
Mübarek, Paşam Hazretleri böyle buyururdu:
Saati gösterirdi. Bu saat Resulullah Efendimiz, zincirin bu halkası senin mürşidin. Bu zincir halkaları da silsile. Hep birbirine ulamalı. Şimdi bu halkaya dokununca bu saat oy-nar. Halkaya dokunmazsan saat oynamaz. Bu halkaya ge-lecek olan ısı veya ışık birbirine geçiyorsa. Ceryanda temas edince geçiyor ya.
Soru:
-“Efendim doğrudan doğruya Peygamber Efendimize rabıta yapılırsa olur mu?”
Cevap:
-“Olmaz! Olmaz.
O zaman bütün evliya inkâr edilmiş olur. Bu kadar üvey-sî var. Meselâ bir insan üveysî. Bakarsınız ki, bahçede bile Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin ruhundan, revhaniyetin-den ona feyiz gelir. Bir emir gelir veya Nakşibendi Efendi-mizden gelir. Ama yine de zahirde bir mürşide gönderiyor. Çünkü ilimsiz, emirsiz olmuyor. Onların emri gizli, kapalı. Sen şimdi söylesen ki:
-Ben Nakşibendi Efendimizden ders aldım.
Bu delil midir? Hayır, ama zahirde belli bir kimseden emir alırsan bu delildir.”
Soru:
-“Mürşide muhabbet hazmedilince azalır. Veya öbür türlü azalır buyurdunuz. Fenafişşeyh’ten fenafirresûle geçende azalır mı?”
Cevap:
-“Şimdi orayı herkes anlayamaz. Çünkü burada mübtedi var, müntehi yok. Var ise de kim olduğu bilinmez. Bir tane müntehi varsa yüz tane mübtedi var. Bir tane müntehi bundan yararlanır ama yüz tane mübtedi zarar görür. Çünkü mübtedinin nimet kapısı mürşididir. Ne zaman geçiyorsa o zaman iş değişiyor.”
-“Öyle de olsa onu oraya geçiren de mürşidi değil mi?”
-“Evet tabii.
Bu da sünnet oluyor. Resûlullah Efendimizin Sıddık-ı Ek-ber Efendimize ayrıca bir sohbeti oluyormuş. Hatta Sıddık Ekber Efendimiz'e sohbet yaparken diğer halifeler gelince sohbeti değiştiriyormuş. Yani ona olan sohbeti diğerleri haz-medemiyormuş. Anlayamıyormuş. Onun için sohbet var ki halk içinde, sohbet var ki hulk içinde. Özel sohbet vardır. Genel sohbet vardır.”
Salih Baba ne demiş?
Gayrı de değil, aynı da değil Ol nuru agah
Zaten ne söylemişse rabıtaya söylemiştir. Rabıtadan söy-lemiştir.
Mübarek Paşam buyururdu ki:
-Mübtedi âleminde yani irade sahibinde bir müridin her nimeti rabıtasında mevcut. Bütün iradesi ile ona teslim olması lazım.
Mürid üçe ayrılıyor.
Göz müridi
Gönül müridi
Ruh müridi
Bir de:
Rabıta müridi
Tefekkür müridi
Huzur müridi.
Göz müridi kerametle geliyor. Onun sonu gelmiyor.
Gönül müridi sevmişte gelmiş. Noksanlıkta görse yine on-dan kopamıyor. Yine seviyor.
Sevdim seni terkeylemenin çâresi yoktur
Bir de:
Tesbih müridi
Himmet müridi
Hizmet müridi var.
1-Rabıta Müridi: Ruhu esmâ nurundan idare ediliyor. Her zaman şeyhini söylemek istiyor. Yine ALLAH'ı zikredi yor. Ama:
Bir yerde ki gül yoktur o gülşaneye varmam
Hem sohbeti pîr olmadığı hâneye varmam
Rabıta müridi rabıtasına içten bağlıdır. “Ben şeyhimi Allah tan çok seviyorum” diyemez, O'nun elinde değil ki, o anda bir hâl. Normalde tesbih çekerken “Şeyhim Şeyhim” demiyor. Fakat hayalinde şeyhi. Zaten ALLAH'ı hayal edemiyor, olmaz. ALLAH hayal edilmez, şeyh hayal edilir. ALLAH'ı hayal küfür-dür.
2-Tefekkür Müridi ise o bir zaman sonra Resûlullah Efendimize bağlanır, Şeyhini yine seviyor. İtaat ediyor ama Resûlullah Efendimizi çok seviyor.
3-Huzur Müridinde nübüvvet nuru gidiyor. Zat nuru ge-liyor. ALLAH'ın Zat nuru ile idare ediliyor.
Müridin terakki-sinde üçü de aynıdır. Hiç farketmez.
Şimdi burayı hakikaten ne kadar söyleniyorsa idrak ede-miyoruz.
Meşayih ALLAH için sevilir. Hiç bir sebep yok. Rabıtasını unutmadığı müddetçe ALLAH'ı unutmuyor. Unutmamak için de hayal vardır. Hayal olmazsa unutur.
Meselâ: Buradan kalktık. Ankara'ya gideceksin. Anka-ra'ya kadar ben ALLAH'ı zikredeceğim demekle edemezsin. Şeyhim önde gidiyor ben de peşinden. Ayaklarını da ALLAH ALLAH sayarak gideceksin. Oraya kadar bir sınır koyacak-sın. Desen ki “Hiçbir şeye bakmayacağım. Şu ağaca kadar ALLAH ALLAH diyeceğim.”
Veya bir arabaya bindin. Arabanın motorunun sesini ALLAH ALLAH sesi olarak dinle. Ama “Ben buradan gide-ceğim yerin sonuna kadar dinleyeceğim” demek te olmaz. Araya bir başka faktör girebilir. Tekrar niyetini alırsın. Veya bir memursun, evrak yazacaksın. Her evraka başlarken “sayfanın sonuna kadar ALLAH ALLAH diyeceğim” diye ni-yet edersin. Başka işleri de yaparken “şu işin şu kadarını ALLAH ALLAH diye yapacağım” diye düşünürsün. Ama ra-bıtayla beraber olursa ALLAH'ı unutmazsın. Bir taraftan o işini yaparsın, bir taraftanda şeyhin hayalin de.
Sanki yanlış veya eksik yaparsan şeyhin tarafından suçlanacakmış gibi düşüneceksin.
Bir de çok sevilen birşey unutulmaz. ALLAH anlamak ya-şamak nasip etsin.
Tarikatların zikirleri hafî ve cehrî olur.
Bizim tarikatımızda en önemli belirti ilk andan itibaren muhabbetin verilmesidir.
Bir de halvette muhabbete ulaşmakla, kesrette muhabbete ulaşmak çok farklıdır.
Bu hususta bir hikâye vardır. Ahmed-i Bican Efendi'nin kitabında yazıyor. “Ahmediye” isimli kitabında yazılıyor.
İki kardeş varmış. Birisi dağda çobanmış. Diğeri de şehrin merkezinde kundura yaparmış. Çoban dağda çobanlığını yaparken orada keramete ulaşmış. Kerametini kardeşine göstermek için sütü küleğe sağmış. Tülbende dökmüş, getirmiş kardeşine. Tülbent sütü akıtan bir bez. Kış mevsimi ha-vada soğuk. Gelmiş kardeşinin yanına.
-“Selamün Aleyküm. Kardeş sana süt getirdim.” Demiş. Oraya duvara asmış.
Biraz sonra güzel bir hanım gelmiş. Kolunu döşüne getirince bileğini görmüş. Çoban bakmış, şehvet hali belirmiş kendisinde. Oradan süt akmaya başlamış. Kerameti bozulmuş. Kardeşi:
-“Ne yaptın kardeş? Sütün aktı kendine sahip ol!”
Hanım gitmiş. Süt akıp bitmiş.
-“Bak bana! Ninemde dağın başında keramete ulaşır.”
Salih Baba:
Kesretten varıp vahdete
Mir’at olunduk hazrete
Kesretten vahdete ulaşan bozulmaz. Halvetten vahdete ulaşan halvetten çıkınca bozulabilir.
Uzlet tarikatı da iki türlüdür. Bir vardır ki “insanlar iyi ni-yetli değiller” diyerek uzlete çekilir. Bu türlüsü makbul değil.
Ama “Benim bu nefsim, bu insanlarla beraber olmaya layık değil. Nereye gitsem kavga çıkarıyorum. En güzel ken-dimi hapsedeyim” derse, “Bu insanları rahatsız etmeyeyim” diye düşünürse, böylesi makbuldür.
Bir de riyazet tarikatları var: Yiyecek yemiyorlar, ölmeyecek kadar çok az birşey yiyorlar. Maksat nefislerini ıslah etmek. Bizde böyle değil. Bizde nefsin terbiyesi rabıta ile oluyor.
Hazret-i Pîrim delîlimdir Hâlîlimdir benim
Dil sarâyı ravza-i beyt-i celîlimdir benim
Ana teslîm ettiğim nefs-i zelîlimdir benim
İnkıyâd ettim bıçağa uymuşam İsmâil'e
Nasıl ki İsmâil Aleyhisselâm babasına teslim olmuşsa, bir mürid de mürşidine öyle teslim olacak.
Kader nedir? ALLAH'ın dilemesi.
İrade nedir? Kulun dilemesi.
Cüz'i irade yok olduktan sonra insanda ne kalıyor? Birle-şiyor.
Âşk anındur, Âşık oldur, Maşûk ol
Asıl ondan ona varır cümle yol
Kendisini kendi göre kendi bile
Başkasını demem gelmez dile
Mansûr dile getirmişte. Zahir onu cezalandırmış.
Lokmânım ol gel derdime dermân et
Cellâdım ol ya katlime fermân et
İsmâil’in olam götür kurbân et
Şeyhim şeyhim sultân şeyhim
Sensin dertlerime dermân şeyhim
Uzlet tarikatı var. Riyazet tarikatı var.
Mübarek Gavs'ın zamanında, riyazet tarikatında riyazet yapmakla, bir müridin keşfi açılmamış. Gelmiş Gavsı Azam’a mürid olmuş. Sonra şeyhi ile tebliğe çıkmış. Meşayihler için tebliğ sünnettir. Kırk günde kırk köyü gezmişler. Gittikleri köylerde tandırda pişen kuzu etleri geli yormuş. O sırada etin yumuşak yerlerini koparıp, koparıp:
-“Ye Abdurrahman ye Abdurrahman” diyormuş. Gavs:
-“Yıllardır et yemedin ye” diyormuş.
Kırk günden sonra teveccüh yapmış. Keşfi açılmış, o zaman “eyvah!” demiş. “Yıllar boyu et yemedim. Aç durdum boşunaymış” Bizde rabıta çok önemlidir. Her ne yersek yiyelim rabıta ile yersek bize mani değildir.
“Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.” Yeter ki rabıta ile yiyelim. Bir de önüne ne gelirse onu ye, sen arzu etme.
“Bana şunu pişirin, şunu getirin,“ demeyin. Helalından olmasına dikkat ederek, hanımın sofraya ne getiriyorsa, ne pişiriyorsa onu ye, rabıtayla yemeye dikkat et.
Birde ev reisi olarak, onlara her birşeyden tattıracaksınız, mahrum bırakmayacaksınız.