Velileri ALLAH bilir , Peygamber Efendimiz bilir

“Velileri ALLAH bilir.

Peygamber Efendimiz bilir.”

 

Muhammed Samî Hazretleri çok yorgun olduğu bir gün teheccüd namazına uyanamıyacağından endişe etmiş. Bek-lese duracak hâli yok. Uyusa uyanamam endişesi var. Şimdi bize böyle bir zorluk yok. Yatsıyı kıldıktan bir süre sonra teheccüd kılıp yatabiliyoruz. Neyse o sırada hizmetinde olan Beşîr Efendiye demiş ki:

-“Beşîr Efendi daha takatım kalmadı, duramıyorum. Yat-sam kalkamam, bir saat sonra beni uyandır” demiş. Yatmış uyumuş.

Beşîr Efendi ayakta durarak bir saat beklemiş. Saat gel-miş. Seslenecek arkadaşı değil ki… Seslenemiyor. Nasıl sesle-neceğini düşünüyor. Bir bunaltı, sıkıntı içerisinde. ALLAH'ın lutfu, ihsanı. Çok güzel sesi varmış. Çok ta aşkı varmış. Beşîr Efendi bir beyit okuduğu zaman hiç ayık kimse kalmazmış. Hep yerlere.

Ama çok isabetli oluyor. Kısaca bir beyit söylemiş. O be yitle düşünmüş ki bir beyit söyleyeyim. Eğer hoşlanırsa, her zaman söylerim. Bilmeyerekten yapıyor. Uyanmış, Müba-rek. O kadar hoşuna gitmiş ki:

-“Beşîr Efendi sen bu adabı kimden öğrendin?”

-“Efendim himmetiniz” demiş.

-“Tam yerinde. Tam yerinde yaptın bu adabı sen. Ne ar-zun varsa iste” demiş.

-“Kurban, Mehmet Efendi'nin affını istiyorum.”

Başka birşey istememiş.

Mübareğin o neşesi gitmiş. Çok istemiş.

-“Canım ne tuttun Mehmed Efendinin yakasını” demiş.

-“Efendim başka bir isteğim yok. İstemiyorsanız kalsın.”

-“Peki affettim. Pirî Tagî de affetti. Nakşibendi Efendimiz de affetti. Resûlullah Efendimiz de affetti. ALLAH ta affetti.

Öyle demesi ile ta Erzincan'daki Mehmet Efendi'nin o si-yahlığı gitmiş. Güzelliği yerine gelmiş. O koku ondan gitmiş. Eski haline gelmiş. Evet.

Nakşibendi Efendimiz zamanında Seyfettin isminde bir tanesi. Tüccarmış, alavere yapıyormuş. Bunun demek ki ni-yeti iyi değilmiş. Maddiyete önem veriyormuş. Hatta bir ziyafet vermiş. Çok masraf yapmış. O zamana göre hiç kimsenin yapmadığı çok lezîz yemekler yaptırmış. Fakat o za-manlar yemeklerin peşinden tatlı vermek adetmiş, sünnetmiş. Nakşibendi Efendimiz müridleri ile birlikte yemekleri yedikten sonra lâtife olarak:

-“Seyfettin Efendi yemeklerin çok güzeldi ama tatlısı yok-tu. Niye?”

Bu onun çok ağırına gelmiş. Nakşibendi Efendimize bu-ğuz etmeğe başlamış. “Bu kadar yemekleri hazırladım da bir tatlıyı söz etti” diye. Gönlündeki sevgi de gitmiş. Nakşibendi Efendimiz bunu fark edince O‘na demiş ki:

-“Senin arzun 12 bin akçeye sahip olmaktı. Haydi ol bakalım ne olacak. Haydi ol bakalım ne olacak.”

12 bin altına mâlik olmuş ama. Dünyası da gitmiş, ima-nı da gitmiş. Öyle bir hale gelmiş ki. Nakşibendi Efendimizin yüzünü görmüyor. Arkasından hakaret ediyor.

Birgün o kadar ileri gitmiş ki…

Arkasına yaslanarak:

-“Oh şeyhsizlik ne güzel!” demiş. Böyle helâk olup gitmiş.

Yine Nakşibendi Hazretlerinin dört tane Seyfettin ismin-de, dört tane de İsmail isminde müritleri varmış. İsmail is-mindeki müridine emir verilmiş.

Tekkeye çok su lâzım olmuş. Dereden suyun arkla (su yo-lu) çevrilmesi lazımmış. Ve İsmail'e söylemiş.

-“Git dereden su bağla gelsin” demiş.

O da gitmiş. Orada ark dolu imiş. Biraz oturmuş, beklemiş. Suyu bağlamadan gelmiş, ihmal etmiş. Gelince Nakşi-bendi Efendimiz sormuş:

-“Hani su?”

-“Efendim temiz değildi. Üzerimde de bir ağırlık, bağla-madan geldim.”

Dizlerine vurarak:

– “Eyvah! Su yerine kanını akıtsaydın senin için daha ha-yırlı olurdu” demiş.

Bir-iki saat çalışsaymış suyu bağlayacakmış. Tembellik etmiş. Beklemiş, beklemiş gelmiş. Evliyaullahlarda durum olmaz. Onu bir hizmete göndermiş. Hizmet görürse bir ih-san, himmet alır. Hizmetsiz himmet alınmaz. Orada bir tembellik var. ALLAH tembelleri sevmez. Meşayih te sevmez.

Yani “ölene kadar kanın akaydı. Suyu bağlayaydın senin için hayırlı olurdu.” Öyle söyleyince bunda bir hastalık meydana gelmiş. Hasta olunca gitmiş evine, öyle bir kötü hasta olmuş ki ailesi çocukları bile istemiyor. O zaman demişler ki: Git Muhamed Parisa Hazretlerine o seni Nakşibendi Efendi-mizden dilesin. Onu çok seviyormuş. Fakat hastalanan mü-rid başkasına gitmiş. Gittiği kimse de demiş ki: “Bu bizim işimiz değil. Biz bu işe şefaatçi olamayız.”

-“Muhammed Parisa Hazretlerine git” demiş. Gitmemiş, gelmiş. Yollayan kimse dayısı imiş. Gelince:

-“Ne yaptın?” diye sormuş.

-”Filan kimseye gittim. O da Muhammed Parisa'ya gönderdi.” demiş. Orada da bir ihmallik yapmış, tembellik et-miş. Gitseymiş bağışlatacakmış. Çünkü ashabın içerisinde Nakşibendi Efendimizin Muhammed Parisa'dan fazla sev-diği kimse yokmuş. Onu kırmazmış. Ona da gitmemiş. Git-meyince o hastalık onda çoğalmış. Nihayet o hastalıkla öl-müş. Onun için kelâm-ı kibârda:

       Gıyamazsan başa cana

       Irak dur girme meydana

       Bu meydanda nice başlar

       Kesilir hiç soran olmaz.

ALLAH yolunda canın başın kıymeti olmaz. Candan baş-tan geçemiyorsan girme buraya.