Abdulhalik Gucdevanî Hazretlerinin 8 düsturu vardır ki, tarikatın temel ölçülerini temsil, kemâl rejiminin muhteşem planını teşkil eder:
1 — Huş der dem. .
2 — Nazar ber kadem..
3 — Sefer der vaten..
4 — Halvet der encümen..
5 — Yad-ı Kerd..
6 — Baz-ı Keşt..
7 — Nigah-ı Daşt,.
8 — Yad-ı Daşt..
Son ölçünün «bunlardan başka her şey ziyandır!» manasına bir de eki var..
Ayrıca 3 düstur daha :
1 — Vukuf-u zamanî..
2 — Vukuf-u adedî..
3 — Vukuf-u kaibî..
Bunlarla beraber hepsi 11 ölçü..
HUŞ DER DEM :
Alınan her nefeste hazır olmak. . Yani her nefeste huzuru muhafaza etmek, Allah'tan gafil olarak tek nefes almamak.. Mevlana Sadettin Kaşgarî bu ölçüyü «Bir nefesten bir nefese geçerken asla gaflete düşmemek ve huzurda olmak» diye tarif ediyor. Hoca Ubeydullah Hazretleri de şöyle ifade ediyorlar :
— Bu yolda nefesi muhafaza ve ona riayet etmeği mühim tutmuşlardır. Gerektir ki her nefes huzur ve bilgi ile alınıp verilsin.. Nefesini koruyamayanlara yolunu şaşırmış gözüyle bakarlar.
Şah-ı Nakşibend:
— Bu yolda terakkinin temeli nefes üzerindedir. Her nefeste hale bakmalı ve mazi ile istikbali düşünmekten uzak kalmamalıdır. Nefesin giriş ve çıkışında iki nefes arasını öyle muhafaza etmelidir ki hiç biri vücuda gafletle girip vücuttan gafletle çıkmasın..
Şeyh Necmeddin Kubrâ ise meşhur risalesinde nefes sırrını şöyle anlatıyor:
— Allah'ın zat ismi «hâ – he» harfinden ibaret olup başındaki «elif» ve «lam» harfleri tarif edatıdır, işte her nefeste bu harf ve isim cereyan eder. Sahibi ister farkında olsun, ister olmasın. O şey ki, içinde o isim cereyan etmez, hayata müstehak değildir. Şu halde bütün canlıların nefes alış ve verişleri, bilen ve bilmeyen için hep o isimledir. Marifet yolcusuna düşen borç ise bu inceliği bilmek ve her nefeste Allah ile olarak huzuru elde tutmaktır.
NAZAR BER KADEM :
Bu ıstılah «göz ayağa bakacak» manasına.. Sâlik, şehirde, sahrada, yolda, her yerde gözünü ayağına mıhlayacak, daima yere bakacak ve onu başıboşluktan, dilediği yere bakmaktan koruyacaktır. Bu ölçüde, göz nereye değerse oraya akan gönlün perişanlıktan kurtarılması ve kendi iç alemine bağlı kalması hikmetini okuyoruz.
SEFER DER VATEN:
«Vatanda sefer» manasına gelen bu tabir, müridin, kötü ahlakından ve beşerî sıfatlanndan sıyrılıp iyi ahlak ve melekî sıfatların yurdu olan aslî vatanına sefer etmesini gösterir. Mürşid aramak için girişilen maddî seferler de bu mananın içindedir. «Hacegân» yolunda, mürşidini buluncaya kadar sefer edip ondan sonra mürşidin hizmetinde ikamete geçmek ve iç seferini tamamlamak başlıca kaidelerdendir.
HALVET DER ENCÜMEN:
Yani mecliste, toplulukta yalnızlık.. Hoca Bahaeddin Nakşibend hazretlerine sormuşlar:
— Sizin tarikatınızın esası nedir? Buyurmuşlar:
— Halvet der encümen, toplulukta yalnızlıktır. Zahirde halk, batında hak ile olmak..
Ve buyurmuşlar :
— Bizim tarikatımızın esası sohbettir. Halktan uzaklaşmakta şöhret, şöhretteyse afet vardır. Hayr cemiyettedir; cemiyet de sohbette.. Elverir ki, her iki tarafın hakkı verilsin ve birinden birine saplanıp kalınmasın..
Hoca Evliya-yı Kebir buyurdular :
— Toplulukta yalnızlık şudur : Zikir insanı öyle kaplayacak insan kendisini zikre öyle verecek ki, en kalabalık ve şamatalı yere girse hiç bir şey işitemez olacak..
Hoca Ubeydullah Hazretleri :
— İnsan kendisini topyekûn zikre verse, beş altı günde öyle bir mertebeye erişir ki, halkın çağrıştığı ve birbiriyle didiştiği hep zikir görünür. Kendi konuştukları da..
YAD-I KERD:
Dilin kalble beraber zikridir.
Mevlana Sadettin Kaşgarî:
— Zikir talimin usulü şöyledir ki, Şeyh kalbiyle tevhid kelimesini söylerken, mürid kendi kalbini hazırlayacak ve şeyhin yüreğine karşı tutup gözlerini yumacak, dilini damağına yapıştıracak, dişlerini sıkacak, nefesini tutacak ve yalnız kalbiyle zikre başlayacak.. Nefesini hapsetmekte sabır gösterecek ve bir nefeste üç kere tevhid kelimesini çekecek. . Böylece zikrin halavetini kalbinde arayacak..
Hoca Ubeydullah Hazretleri :
— Zikirden murad, kalbin Allah'tan bilgi edinmesidir. Bu bilgi meydana gelince zikir yerini buldu demektir. Eğer gönül ehli sohbetinde bu bilgi meydana gelmezse zikre devam etmek lazımdır. Zikirde en kolay ve sağlam yol, nefesini göbeği altında hapsedip dudağını dudağına ve dilini damağına yapıştırmak suretiyle olandır. Kalbin hakikati o duygu ve anlayış merkezi olmaktır ki, her tarafa yönelir, dünyayı ve dünya işlerini hep o düşünür ve göz açıp kapayıncaya kadar yerleri, gökleri ve bütün alemleri dolaşır, işte onu bütün fikirlerden caydırıp, tiksindirip, yürek dediğimiz maddî et parçasına döndürmek ve zikirle bağlamak lazımdır. O türlü ki, Tevhid Kelimesindeki (lâ) hecesini yukarıya çekip (ilahe) lafzını sağ tarafına atarak (illallah) kelimesini şiddet ve kuvvetle kalbe indirerek, yükleyerek. . öyle ki; zikrin harareti bütün vücuda yayılmış hissetmeli ve o hararet içinde erimeli. . Tevhit kelimesinin nefy tâbir olunan «lâ ilâhe» kısmında, mürid, kendi vücudiyle beraber mutlak bir yokluğa dalacak, ispat kısmında «illallah» ise varlığı yalnız Allah'a tahsis edecektir. Mürid bütün zamanını bu zikre bağlayacak ve hiç bir faaliyet kalbin atışı gibi onu bu zikrinden alıkoyamayacaktır. Nihayet zikr kalbin zarurî sıfatı haline gelecektir.
Kalb, üç köşeli bir et parçası şeklindedir ki, sol memenin altındadır ve insan hakikatinin toplu merkezidir. Bu et parçası öyle bir kelimedir ki, toplu hakikat onun manasıdır. Toplu insan hakikati de öyle bir özdür ki, bütün kainat onun mufassal ifadesidir. Her yemişin çekirdeğinde kendi ağacı öz halinde bulunduğu gibi, kalpte de bütün kainat özleştirilmiştir. Hasılı, kalb, bütün mevcutların hülasa halinde nüshası ve sonsuz sırların toplanma noktasıdır. Kalbe yol bulan murada erer, ona yol bulmak da gönül ehlinin hizmetine erişmekle olur. O zaman müride öyle bir keyfiyet yüz gösterir ki, eşya ve hadiselerin dedikodusundan kurtulup can ve gönül sohbetine ve Allah bilgisine erer. Hiç bir zahmet ve meşakkat çekmeksizin de Allah'tan gayri ne varsa onlardan el çeker. Eşyanın terkindeki hikmeti, hürriyeti, zikr hakikatim mürid o zaman anlar.
BAZ-I KEŞT:
Zikirde ihtiyarsızca hatıra gelen, iyi ve kötü her fikri nefyetmek, kovmak.. Zikirde kalbin «Allahım, benim muradım sensin, senin rızandır; başka hiç bir şey değil!.» itminanına ermesi şarttır. Kaibde başka alakalara yer kaldıkça böyle bir itminan teşekkül edemez ve zikr halis olamaz. Başlangıçta bu itminana erilemese de yine zikri bırakmamak ve bu his elde edilinceye kadar zikre devam etmek gerekir.
Mevlana Aliyüddin diyor ki:
— Başlangıçta ilk zikir emrini aldığım zaman «Allahım, benim muradım sensin, senin nzandır; başka hiç bir şey değil!» fikrini benimsemedim, böyle bir iddiadan utandım. Zira bu iddiada sadık değildim. Yalan söylemiş olacaktım. Vaziyeti üstadıma anlattım. Dediler ki: «insan bu sözde sadık olmasa bile yalanını hakikat haline getirinceye kadar onda sabit olmalıdır.» Sonradan işin hakikatini anladım.
Tam doğruluk, işte, yalanı bile gerçeğe çevirmeğe bakan bu sebat ve ısrardadır.
NlGAH-I DAŞT
Bu, «havatır» ın, yani kalbe ânî olarak gelen yabancı ve nefyi gereken his ve fikirlerin murakabesidir. öyle ki, mürid, bin kere Allah'ın ismini andığı halde hatırına bir kere bile yabancı fikir gelmemelidir. Mevlana Sadeddin Kaşgarî Hazretleri bu bahiste buyurmuşlardır ki:
— Mürid, bir veya iki saat, hatta mümkün olduğu takdirde daha fazla zaman içinde kendisini «havâtır» dan korumalıdır.
Hoca Ubeydullah Hazretlerinin üstün halifelerinden Mevlana Kaasım buyurdular :
— Nigah-ı Daşt o dereceye erişmelidir ki, güneşin doğuşundan batışına kadar müridin gönlüne hiç bir yabancı şey uğramamalıdır. öyle ki, insanda hayal kuvveti kendi kendini azletmiş hale gelmelidir.
Hakikat ehlince malumdur ki, hayal kuvvetim yarım saat için bile yok edebilmek son derece güç ve nadirlerin nadiri bir iştir. Ancak bazı yüksek velîlerin karı olabilir.
YAD-I DAŞT:
Her an ve mekanda, vicdan ve zevk yoluyla Allah'tan haberli olmak hal-i.. Bazıları bu hal-i kendinden geçmeksizin huzur şeklinde ifade etmişlerdir. Yine hakikat ehline göre bu hal, Hakkın, «şühud» aynasından müridi istilasından gelir.
Hoca Ubeydullah, Yâd-Kerd, Baz-Geşt, Nigâh Daşt ve Yad – Daşt ölçülerini şöyle hülasa ederler :
Yad-Kerd, zikirde tekellüf, mübalağayla ısrardan ibarettir. Baz-Geşt Allah'a dönüş ve adım her anışta Allah'ı murad ediniştir. Nigah-Daşt, dille söylemeksizin Allah'a dönüş halini muhafaza etmektir. Yad-Daşt ise Nigah-Daşt halini derinleştirmekten ve bilgiyle kullanmaktan ibaret..
VUKUF-U ZAMANİ :
Bu mesele üzerinde Şah-ı Nakşibend buyuruyorlar :
— Müridin bütün uğraşma ve didinmelerini neticeye bağlayan ve onu muradına eriştirmekte en büyük müessirlerden biri olan «Vukuf-u Zamanî», insanın her an kendi halini bilmesi halinin şükrü mü, özrü mü gerektirdiğini anlaması demektir.
Yakup Şerhî:
— Bahaeddini Nakşibend Hazretleri, bize, kabz (sıkışma) halinde istiğfar; bast (genişleme) halinde de şükür ile emir buyurmuşlardır. işte bu iki hale dikkat ve riayet «Vukuf-u Zamanî» dir.
Hoca Hazretleri ;
— Müridin olanca kar binası, «Vukuf-u Zamanî» işinde saat üzerine kurulmuştur. Yani müridin halindeki nizam, vaktini muhafaza etmeğe bağlıdır. Ta ki, aldığı her nefes, huzur ile mi, gafletle mi geçmektedir, bilsin..
«Vukuf-u Zamanî» tasavvuf büyüklerince nefs murakabe ve muhasebesinden ibarettir. Hoca Hazretleri:
— Muhasebe, her geçen saatin huzur veya gaflet noktasından hesaplanmasıdır. Eğer vaziyette noksan varsa «Baz-ı Geşt» usulüne sarılıp amele yeniden başlanması lazımdır.
VUKUF-U ADEDİ:
Zikir sayısına dikkat ve riayet işi.. Hoca Bahaeddin-i Nakşibend Hazretleri, kalbi zikirde sayıya dikkat ve riayetin dağınık «havâtır» ı toplayıp sildiğine işaret ederler.
«Hacegan» yolunda «Vukuf-u Adedî», mücerret sayı saymak değil, sayı çerçevesi içinde kalbî zikri derinleştirmektir. Gerektir ki bir nefeste, 3, 5, 7 veya 21 kerre Allah ismi zikredilsin ve bu kemiyet ölçüleri mutlaka tek rakamlarla bitsin..
Hoca Alaeddin Attar Hazretleri :
— Dava kemiyette değil, keyfiyette çok zikirdir. Yani huzur ve şuurla çok zikir. . Kemiyet ne kadar fazla olursa olsun. eseri has olmayınca boşuna yorgunluk demektir. Zikrin eseri, Tevhit Kelimesindeki nefy kısmında beşerî vücudun yokluğa karıştığına, ispat kısmında da ülûhiyet cezbelerinden bir tecclli göründüğüne delâlet eden hallerle meydana çıkar.
Şah-ı Nakşibend Hazretleri:
«Vukuf-u Adedî» denilen hassa, Ledün ilminin ilk mertebesidir.
Bu görüşten murad, başlangıçta bulunanlara ait tasarruf ve cezbe eserleri olmak gerektir.
Nitekim Alaeddin Attar, Hazretleri buyurdular :
— öyle bir halet ve keyfiyet ki, yakınlık ve Ledün ilminin başlangıcı onda tecelli eder. «Vukuf-u Adedî» nin Ledün ilminde başlangıç noktası olduğu, Mutlak Bir'in aleminde belirmesi sırrından haber vermesiyledir. «Vahid»in, esasta, sayılara çekirdek teşkil etmesi gibi..
İki mısra :
Görünen çokluk sureti bir nümayişten ibarettir;
Tecellilerde hakikat «Bir» den başkası değil
Bir kıta :
Çokluk ayniyle birliktir;
Varlık «bir» dedir.
Her neyi iki görürsen sen,
Bil ki, o yine birdir.
Bir kıta :
Hakikat ehlinin mezhebince Bütün sayılar «bir» in içindedir. Zira sayılar ne kadar çoğalsa Hakikatleri yine birdir.
işte Ledün ilminin ilk merhalesi olan «Vukuf-u adedî» böyle bir anlayışa ermektir.
Ledün ilmi öyle bir bilgidir ki, yakınlık ehline ancak Allah'ın talimiyle malum olur; akla bağlı deliller ve müşahedelerle değil . . Nitekim Kur'an Hızır'ı Ledün ilmine malik olmakla över. Yakîn ilmiyle Ledün ilmi arasında fark şudur ki, yakîn ilmi, ilâhî zat ve sıfat nurunu idrakten ibaretken, Ledün ilmi, Allah'tan ilham yoluy ile manaları kavramak işidir.
VUK'UF-U KALBİ:
îki manalı: Biri, zikir edicinin her an Allah'ı bilmesi.. Bu, «Yad Daşt» nev'inden bir iş.. Bu hususta Hoca übeydullah Hazretleri buyururlar ki:
— «Vukuf-u Kalbî» Allah'tan agah olmakta bir gönül halidir. öyle ki, gönülde, Allah'tan gayri hiç bir şey olmayacak..
Yine Hoca Übeydullah Hazretleri:
— Zikirde zikredilenden âgâh ve gönlü ona inhisar ettirmek. . Bu âgâhlığa, görüş, eriş, vücut ve «Vukuf-u Kalbî» derler.
ikinci mana :
Zikredicinin gönüle yönelmesi. . Mecaz yoluyle gönül dedikleri, ucu sivri ve kenarları yuvarlak müselles şeklindeki et parçasına.. O et parçası sol memenin altındadır ve bütün dikkatin üzerinde toplanacağı noktadır. «Vukuf-u Kalbî» den murat da o et parçasının zikirden asla gafil olmayarak onun harareti içinde erimesidir. Şah-ı Nakşibend Hazretleri, «Vukuf-u Kalbî» ye ait bu iki noktayı lazım ve mühim tutmuşlardır.
Bir ayet gereğince, Allah her yerde hazırken nasıl Kabeye dönülerek ona el açılıyorsa, can ve gönül kabesi kalbe yönelmek suretiyle yol bulunuyor ve onsuz olmuyor. Zira insan, içinde bulunduğu taayyün suretleri ve hayvanî ruhu bakımından istikametlerin zindanında mahpustur. Ama, yine aynı insan, öz hakikatiyle cihet ve istikametlerin dışındadır. Bu bakımdan cihet ve istikametin esiri, cihetsizliği yine cihette aramak zorunda kalıyor.' Ve yine bu bakımdan mecaz, yoluyle gönül denilen et parçası da ruh hakikatinin nişanesi ve bir nevi cihet tayini noktası oluyor. Hakikate yol için bu mecaz noktasına yönelmek ve Ledün ilminin anahtarını onda bulmak lazımdır.
Hoca Abdülhalik Hazretleri, bekâ alemine intikalleri yaklaşınca yakınlarından dört kimseyi davet ve irşad makamına liyakatle tebşir etmişlerdir.