MEVLÂNÂ ŞAHABÜDDİN

MEVLÂNÂ ŞAHABÜDDİN

Sadeddin Kaşgarî Hazretlerinin ileri derecede yakını… Za­hirî ve bâtını ilimlerde eşsiz… Herat'ın faziletiyle meşhur din bü­yüklerinden… 

Babası anlatıyor : 

— Bir gece rüyada, kendimi «Târ-u-Sina» da gördüm. Kar­şımda Şeyhülislâm Ahmed Cami Hazretleri… Buyurdular : «Al­lah sana sâlih bir oğul verecektir. Ona benim adımı ver! O biz­dendir!» Çok geçmeden Şahabüddin dünyaya geldi. Adını Ahmed koydum ve ona ümit bağladım. 

En küçük yaşlarda bile taşkın bir züht ve takva içinde… Ge­ce teheccüd namazlarına kalkıyor ve ayrıca nafile namaz kılmak­tan geri kalmıyor. Okuyup yazma çağında, evi medrese ve işi gü­cü okumak… Az zamanda bütün akranına galip… Devrin bütün büyüklerinden ders alıyor. Ebu Nasr Pârisâ gibi bir zâttan ha­dîs dersi almış ve o kadar ilerlemiş ki, üstadı kendisine hadîs ri­vayet etme iznini bile vermiş… Aslî ve naklî ilimleri tahsilden 

sonra tasavvuf… Büyük yol göstericilerin sohbetlerinde bulun­duktan sonra Mevlânâ Sadeddin Kaşgarî Hazretlerine kapılan­mış… 

Anlatıyor : 

— Başlangıçta Mevlânâ Hazretlerine sık giderdim. Fakat kendimde bâtın ehlinin hâlinden hiç bir eser bulamazdım. Bu yüzden çok mahzundum. Bir gün cuma namazından sonra Herat camiinin «maksure» kısmı önünde, vıcık vıcık halk arasında Mev­lânâ Hazretlerini gördüm. Kendilerine acıklı acıklı niyazlarda bulundum, dediler ki : «Bağrındaki resmî ilimleri kaybedip dışa­rı atmadıkça derdine çare yoktur!…» Bu sözle bir ok gibi bâtını­mı deldiler ve mescidin dışına doğru yürüdüler. Ben de arkaları­na düşerek kendilerini adım adım takibe koyuldum. Oraya bura­ya uğradıktan sonra bir keresteci dükkânının önünde durdular. Bir yapı işi için beşer arşın boyunda iki ağaç satın aldılar. Ağaç­ları omuzlarına alıp taşımaya niyet ettiklerini görünce hemen atıl­dım ve onları taşımak için müsaadelerini istedim. «Eğer talebelik hâli mâni değilse birini sen taşı, öbürünü de ben…» buyurdular ve ağaçlardan birini omuzlayıp yola düştüler. Ben de, sırtımda öbür ağaç ardlanna düştüm. Tenha bir yoldan gideceklerini umar­ken en kalabalık yerlerden geçtiklerine şahit oldum ve talebelik haysiyetimi incitici bakışlar karşısında kaldım. Mevlânâ Hazret­leri bütün bunlara hiç bir değer vermeksizin en göze görünür yerlerde ve en sıkı kalabalıklar içinde yürümeğe devam ettiler. Nihayet evlerine vardık ve kalasları yerine bıraktık. O zaman ba­na öyle bir nazar ettiler ki, bir anda avlandığımı hissettim ve o gün, bugün, bir daha eteklerini bırakmadım. 

Anlatıyor: 

— Medresede ders okuttuğum günlerde bir gün Mevlânâ Hazretlerine gidip eşiklerinde beklerken, öyle bir hâl ile dışarı Çıktılar ki, dehşetler içinde kaldım. Kendilerini böyle bir hâl için 

— Allahım, ne hikmettir ki, senin dostların çoğu zaman âfet de hiç görmemiştim, içten ve dıştan niyazlarla iltifatlarını dile­dim. Buyurdular : «Resmî ilim ve akıl çekişmelerinden insanın kalbi siyah olur!.» Ve ilâve ettiler : «işte bu yüzden Alâeddin Attâr Hazretleri, ilim isteklisinin, ilim bahsinden sonra yirmi kere istiğfar etmesi lâzım geldiğini söylemişlerdir.» Ve bu fakire öyle bir iltifatta bulundular ki, bâtınımda bir nur çağlayanının kaba­rışını hissettim. Bu nur her zerremi kapladı ve beni kendimden geçirdi. Peşinden buyurdular : «Yanmış çerağı rüzgârdan esirge­meni bil!» Evet; bu ihtardan sonra, yanmış çerağı korumaya dik­kat ettim ve ders meşguliyetleri arasında da bu gayret ve dikkat­ten ayrılmadım. Fakat bu gayret ve dikkatim uzun sürmedi. Bir gün derste talebelerden biri ortaya garip bir mesele attı. öfkelen­dim ve çocuğu ikna etmek için hayli emek sarfettim. Sonunda gördüm ki, kalbimdeki o ateş, sönmeğe yüz tutmuş. Utanç duygusiyle dolu, Mevlânâ Hazretlerine koştum. Hattâ dersi yarısında bırakıp çıktım. Mevlânâ Hazretleri dediler ki : «Bu hâl, sözü uza­tıp çekişmeğe düşmek ve öfkelenmekle bir araya gelmez! Gazap, zâtın nurunu karartır!» Başımı önüme eğip bütün gücümle bağış­lanmamı niyaz ettim. Gözlerim yaşla doldu. Mevlânâ Hazretleri hâlimi görüp merhamet gösterdiler, iltifat ettiler ve kalbimdeki yangını tekrar tutuşturdular. Ondan sonra ders ve ilim sevdasını bir yana bırakıp bütün himmetimi «Hâcegân» yoluna bağlılığıma ve nisbetimin muhafazasına hasrettim. Beni yolumdan alıkoyacak her şeyden el çektim ve yöneldiğim hedeften bir an bile ay­rılmadım. 

Mevlânâ Şahabüddin Hazretleri elli beş yaşlarında bekâ âle­mine geçtiler ve mürşitleri Mevlânâ Sadeddin Kaşgarî Hazretle­rinin yanı başına defnedildiler.