Vuslat-ı cânân için biz cümleden dûr olmuşuz Nefhamız Âdem demidir sun-ı Mevlâ bizdedir Nûr-ı Ahmed'den açılmış zerre-i hâlisleriz Sıdkımız Sıddîk'tan alıp âdili Fârûki'den Zi-sehâ hilmi Aliyy-i Haydar-ı arslan-sıfat Âşıka aşkın şarâbı yüreğinin kanıdır Birtakım beyhude sözler Hakk'ı bilmez kârıdır Pîr-i Sami'dir mürebbim sırr-ı Hakk'ın mahremi Hazret-i Pîrin yedinden mest edelden Salihâ
|
Dûr olmak = Uzaklaşmak, uzak kalmak.
Hârâbat = Harabeler, viraneler. Nefha = Nefes. Sun-ı Mevlâ = Allah vergisi. Dest-i kudret = Kudret eli, Allah'ın işi. Tahmîr olmak = Mayalanmak, yoğrulmak. Zi-haya = Haya sahibi. Zerre-i hâlis = Saf zerre, temizesas. (1) = Hem Hz. Sıddık, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali'nin sıfatları ile sıfatlanmışız. Sıdk = Sadakat, doğruluk. (2) = Haya sahibi ve iki kere nurlanmış (Hz. Osman) huyu ile aydınlanmışız. Zi-seha hilm = Cömertlik ve yumuşak huylu. Aliyy-i Haydar = Allah'ın Aslanı Hz. Ali. Nefs-i mâr = Yılan nefis. Mahmur = Süzgün, sarhoş. Mesrur = Sevinçli. Mürebbi = Terbiye eden. Sırr-ı Hakk'ın mahremi = Allah'ın sırrını bilen. Tathîr = Temiz. Mest = Eli ile sıvama, meshetme. "Mûtû kable en temûtû" = Ölmeden önce ölünüz. Tebşir = Müjde. |